Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tutku mücadelesi


Gayet iyi
Toplam oy: 874
Annabel Abbs // Çev. Özge Onan
Hep Kitap
Joyce’un Kızı, Lucia Joyce’un birkaç yılını konu eden, tamamen mektuplardan ve belgelere dayanan bir yaşamöyküsünden hareketle oluşturulmuş bir roman.

Romanın hızla ve giderek kişiselleştirilmiş bir görünüme kavuştuğu bir dönemden geçiyoruz. Kurgu her ne kadar hikayelerin merkezinde yer alsa da, son yıllarda roman alanında yaratılan karakterlerin gerçek olma ihtimalinin yarattığı kışkırtıcılığın payını yok saymak mümkün değil. Okurların talebinin biraz daha kapının anahtar deliğinden bakmak ve çok da riskli olmayan bir pozisyondan kurgusal ama gerçekle bağını asla koparmamış ve koparması da mümkün olmayan karakterleri “dikizlemek” olduğu da bir gerçek. Dolayısıyla birkaç yıldır otobiyografik nitelikli romanların ön plana çıkışından, özkurgunun pik yapmasından, biyografi ile roman arasındaki çizginin yavaş yavaş silinmesinden söz eder olduk. Romanın ahvali konusunda bir kırılma noktasında her ne kadar yer almasa da, sansasyonel bir hikaye sunması bakımından Annabel Abbs’in Joyce’un Kızı’nın da tartışma alanının içinde olduğunu söyleyebiiriz.

Joyce’un Kızı, Lucia Joyce’un birkaç yılını konu eden, tamamen mektuplardan ve belgelere dayanan bir yaşamöyküsünden hareketle oluşturulmuş bir roman. Kitapta Lucia ile tanışmamız dünyaca ünlü psikanalist Carl Jung’un muayenehanesinde gerçekleşiyor. Lucia, hırs ve arzularını anlatmak istemektedir ama Jung’un odaklandığı tek nokta Lucia’nın babası James Joyce’un Ulysses kitabıyla ilgilidir. Yalnızca birkaç sayfa içinde Samuel Beckett’in de adını duyarız.


Karakterler bakımından ilgili okurlara fazlasıyla çarpıcı gelecek bu romanda Lucia’nın babası ve onun Beckett ve Jung arasında kırılgan veçhelerle kurulmuş ilişkisi mektup-günlük formatında yazılan notlarla anlatılıyor. Kitap boyunca Lucia’nın farklı olaylara nasıl baktığını okurun daha iyi görmesini sağlayan bir yöntem olmasına karşın fragmanlaşma riski de kitabın bütününde hissediliyor. Gerçi çarpıcı karakterler, anlatım tekniği ve tek kişinin merkezde olduğu hikaye yüzünden kitabın bütünlüğünün bir şey kaybettiğini söylemek doğru olmaz. Ama belki Jung’un varlığından, belki de dönemsel benzerlikten olsa gerek, kitapta Irvin D. Yalom’un Nietzsche Ağladığında romanının rayihası var.

 

 

Bir isyan bayrağı olarak dans

 

Joyce’un Kızı’nın merkezinde yer alan esas dert ise erkeklerin sözünün geçerli olduğu ve var olmak sanki yalnızca erkeklere bahşediliyormuş gibi davranıldığı bir dünyada bir kadının yaşadığı hayal kırıklıkları, kendine ait bir benlik geliştirmeye çalışması ve bunda başarıya ulaşamaması. Çünkü Lucia’nın hayatı kitap boyunca babasının çevresinde, onun kurduğu ilişkiler ve onun tanıdığı bireyler ekseninde geçiyor. O kadar ki, Lucia’nın Beckett’e âşık olması bile aslında babasının dışında kendisine var olma imkanı bulamamasından kaynaklanıyor. Joyce’un Beckett’e nasıl hayran olduğu da kitapta yer alan bilgilerden. Kitabın gidişatında ise Lucia’nın Beckett aşkının aslında bir talebin karşılanmasına yönelik bilinç dışı bir süreç olduğu anlaşılıyor.

 

Lucia’nın benlik mücadelesi elbette sadece Beckett’e olan aşkından, kendisini bir erkeğe hissettiği duygularla var edebilecek kadar basit sınırlara sahip değil. Lucia’nın esas tutkusu dans etmek; Paris’te, yıldızı parlamakta olan yetenekli bir dansçı. Kitabın gidişatı içerisinde görüyoruz ki aslında Lucia’nın dans arzusu hayatı boyunca etrafındaki erkekler yüzünden yaşadığı travmaların ve baskılanmaların sonucu olarak kendisini ifade edebilecek yeni bir dil bulma arzusundan başka bir şey değil. Dolayısıyla talepleri, istekleri, arzuları ve ihtiyaçları hiçbir şekilde karşılanmayan ve kabul görmeyen bir kadının ayakta durabilmenin formülünü ararken yok oluşa doğru sürüklenişini anlatan Joyce’un Kızı, dilden deliliğe geçişin öyküsü aslında. Bu anlamda dans etmek, Lucia’nın erkekler tarafından baskılanmaya karşı açtığı bir isyan bayrağı. Kitabın genel gidişatında bu fikir, arka planda yoğun bir biçimde ve tekrar tekrar veriliyor.

 

Ancak kitaptaki karakterlerin herkesçe tanınan kişiler olması onların güçlü bir şekilde resmedilmesine engel olmamış. Tam tersine hayal kırıklıklarının, tutkuların yitirilişinin ve zaten tam anlamıyla oluşmasına izin verilmeyen bir benliğin yavaş yavaş yok olmasının hikayesi, o hikayede yer alan güç tam da Lucia’nın mücadeleci ruhundan ileri geliyor.

 

Joyce’un Kızı her ne kadar tutkuların ve arzuların çevresinde yaratılmış bir roman olsa da kesinlikle umudun değil, geri çekilişin hikayesi.

 

 

 


 

 

 

Görsel (sırasıyla): Muhammed Ali Üzen, Alfonso Zapico'nun James Joyce'un biyografisini ele aldığı 2011 tarihli grafik romanından Lucia Joyce.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.