Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Üzüntüyle değil, öfkeyle yaşamak


Zayıf
Toplam oy: 575
Zülfü Livaneli
Karakarga
Vefatından birkaç yıl önce Kayseri’yi ziyaret etmek, memleketini görmek bir şekilde annesiyle iletişime geçmek istiyor Elia Kazan, Livaneli bu yolculukta ona eşlik ediyor.

Dünya dönmeye devam ettikçe bazı kelimelerin insanın yüreğine koyduğu o sızı asla bitmeyecek; bugün bile dilimizde acısıyla duran o kelimelerden biri “sürgün.” Gidilen yer, insanın hayatını devam ettirdiği koşullar, kurduğu düzen, başına gelen iyi şeyler, peşi sıra yürüyen şans, her şeyin yolunda gittiğini ve artık hayatın iyi ve stabil olduğunu düşünsek dahi sürgün, sürgündür. Bir kere sürülen yersiz yurtsuz kalmıştır artık, ne sıla bilinir ne de gurbet. O iç sızısıyla günler, aylar, yıllar, koca bir ömür geçer. Aidiyet duygusu bir kere yitirilmeyegörsün, insan her daim bir misafir iğretiliğinde yaşamaya devam eder.

 

Elia Kazan/Elias Kazancıoğlu’nun hayat hikayesi de bu sürgün hikayelerinden biri. Zülfü Livaneli dostu yönetmen ve yazar Elia Kazan’ın hikayesini Elia ile Yolculuk kitabıyla anlatmış. Bu kısacık kitapla Elia Kazan’ın hikayesini anlatırken bir sürü tarihi bilgiyi de aktarıyor Zülfü Livaneli.

Kayseri Germir kökenli, İstanbul doğumlu Rum bir ailenin oğlu 1909 doğumlu Elia Kazan. Dört yaşındayken ailesiyle birlikte doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalıyor ve New York’a göç ediyor. Sonra öğrenim hayatını Yale Üniversitesi’nde tiyatro öğrenimi görerek tamamlıyor. Pek çok ünlü yazarın oyunlarının yönetmeni oluyor, bizim sadece namlarını duyduğumuz oyuncularla ahbaplık ediyor. Filmler çekiyor, kitaplar yazıyor. Oscar Ödülü dahil olmak üzere pek çok ödül alıyor. Bütün yaptıkları ve başarıları, 1952 yılında McCarthy döneminde Amerika Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi (HUAC) tarafından yargılandığı zaman verdiği ifade nedeniyle aldığı tepkiler her daim takip ediyor. Kazan, hayatında yaptığı ve kimsenin canını yakmadığını belirttiği tek hata nedeniyle hep şiddetli eleştirilere maruz kalıyor. Sadece çevresi tarafından eleştirilmekle kalmıyor, kendi kendini de eleştiriyor; tiyatrodan ve sinemadan uzaklaşarak yazarlığa yoğunlaşıyor.

 

 

 

“Bu tiple mi sinemacı olacaksın?”

 

Babası tarafından, “Bu tiple mi sinemacı olacaksın?” denerek azarlanan Kazan, sinemaya Marlon Brando, Anthony Quinn gibi isimleri kazandırıyor. Âşık olmasa dahi Marilyn Monroe ile aşk yaşıyor. Amerika Amerika filmi Kazan’ın en otobiyografik filmlerinden biri, daha sonra Uzlaşma adında bir kitapla anılarını ve kendi hikayesini anlatıyor.

 

2003 yılında 94 yaşındayken vefat ediyor Elia Kazan. Vefat etmeden bir süre önce Türkiye’ye gelip Livaneli ile birlikte Kayseri’ye gitmiş. Livaneli, Elia ile Yolculuk kitabında Elia Kazan ile olan arkadaşlıklarını ve Kayseri’ye yaptıkları işte bu yolculuğu anlatıyor. Bir belgesel, anı kitabı Elia ile Yolculuk; hem Livaneli’nin hayatından, hem Kazan’ın hayatından kesitleri ve arkadaşlığı anlatıyor. Elia Kazan’ı bir siyasetçi ya da bir sanatçı olmaktan ziyade bir arkadaşı olarak anlatıyor Livaneli. Yaptığı işlerden, dostlarından bahsetse dahi kadınlarla olan bazı arkadaşlıklarının dışında mahremine girmiyor. Bir hatanın nasıl bir ömre bedel olduğundan bahsediyor. Elia Kazan’ın deyimiyle üzüntüyle değil öfkeyle yaşayan, hayatla ve kendiyle sürekli kavga eden bir insanın portresini çiziyor.

 

 

 


 

 

 

Çizimler: M. K. Perker (kitaptan)

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.