Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yazmak ile resim yapmak arasındaki fark


İyi
Toplam oy: 627
Roy Peter Clark // Çev. Banu Karakaş
Metropolis Yayıncılık
Karşılaştığı sorunların öngörülebilir ve aşılabilir olduğunu göstererek yeni yazarı cesaretlendirmek... İşte bu kitabın en önemli faydası.

Çoğu roman ve öykünün, gerçek hayatın aksine, bir odağı bulunur; olaylar bu odak doğrultusunda, bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde akar ve hikaye, odağa hizmet etmeyen detaylardan temizlenmiştir. Bu odak, okurun metinden bir anlam çıkarmasını sağlayarak hayatta her şeyin bir amacı bulunduğu yanılsamasını yaratır; ki zihnini modern dünyanın uyuşturucularıyla felce uğratmamış bir avuç insanın, varoluşsal bir boşluğa düşmemek için bu yanılsamaya ihtiyacı vardır. Eskiden dini anlatılarda aranan bu anlamı, modern insan sanatta bulmaya çalışıyorsa eğer, sanatçıyı da çok çalışarak alanında uzmanlaşmış biri olarak değil de, üstün bir yeteneğin taşıyıcısı gibi görmek isteyecektir. Ama böyle değildir.


Tıpkı her gün, belki on iki saat pratik yapan bir müzisyen gibi, yazarın da ustalaşmak için emek vermesi gerekir ve Türkiye’deki üniversitelerde henüz buna ilişkin bölümler açılmadıysa, diğer sanat dallarında verilen akademik eğitime karşılık gelecek bir derinliğe ulaşmadıysa bile, “yaratıcı yazarlık” kurslarıyla bu yolda bir adım atıldığı söylenebilir. Edebiyat incelemeleri daima belli bir okurun ilgisini çekiyordu; fakat yazmak isteyenlere yol gösteren kitapların yaygınlaşmasını bu kursların gördüğü alakaya yormak yanlış olmaz. Geçtiğimiz günlerde “eli kalem tutan herkesin karşılaştığı 21 soruna 210 çözüm” üretmek iddiasıyla yayımlanan Yazma Uğraşı’nı da bu çerçeveye güncel bir örnek olarak yerleştirelim.


 

Cümlelere kıymak


Otuz yıla yakın bir süredir yazarlık ve gazetecilik dersleri veren Roy Peter Clark’ın kaleme aldığı, sadece edebiyat alanında eser verenlere değil, derdini kelimelere dökmek durumundaki herkese yönelik hazırlanmış bu kitap, “hangi türde veya disiplinde yazarsa yazsın, her yazarın aşağı yukarı aynı süreçlerden geçtiğini” öne sürüyor ve bu süreçleri “yola çıkış, organize olma, odak noktası bulma, dili tutturma, taslak metin, durum değerlendirmesi ve iyileştirme” başlıkları altında değerlendiriyor. En önemli faydası ise yaratıcı yazarlık kurslarınınki ile aynı aslında: “Karşılaştığı sorunların öngörülebilir ve aşılabilir olduğunu” göstererek yeni yazarı cesaretlendirmek.


Üzerinde ince ince düşünüp yazdığınız bir cümlenin hatta bazen koca koca paragrafların metnin odağına hizmet etmediğini fark edip onları atmak zorunda kaldığınız o an… Bana sorarsanız, bir yazar için en büyük zorluklardan biri, o anda yapılması gerekeni yapmak, cümlelerine kıymaktır ve vereceği kararı metnin başarısını da, okur üzerinde bırakacağı etkiyi de belirler. Diğer her şey bir yana, Nobel Ödüllü yazar Elie Wiesel’in kaleminden çıkıp Yazma Uğraşı’nda yer bulan bir alıntı bu konuda insana ilham verecek, içini rahatlatacak cinsten: “Yazmak, eklemeye dayalı bir faaliyet olan resim yapmaktan farklı bir şey. Okurun gördüğü şey, tuvale koyduklarınız değildir. Yazmak, daha ziyade heykeltıraşlığa benzer; eserinizi ortaya çıkarabilmek için bir şeyleri çıkarır, elersiniz. Çıkardığınız sayfalar bile bir şekilde hâlâ oradadır. Baştan 200 sayfa olarak yazılmış bir kitap ile 800 sayfa olup da 200 sayfaya indirilmiş bir kitap arasında bir fark vardır. O 600 sayfa hâlâ orada. Siz görmüyorsunuz sadece.”

 

 

 


 

 

 

Görsel: Gökçe İrten

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.