Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yıldızların ve yılanbalıklarının döngüsü


İyi
Toplam oy: 763
Julio Cortazar // Çev. Aslı Biçen
Everest Yayınları
Cortázar, 1968'de Mihrace II. Cai Singh'ın mermerden inşa ettirdiği görkemli rasathaneyi ziyaret ederek fotoğraflıyor. Bundan dört yıl sonrasındaysa elimizdeki metni kaleme alıyor.

Pozitif bilimlerin zaferinin şafağında sosyal bilimler meşruiyet zemininin ayaklarının altından kaydığını hissederek bağırıyordu: Bilimin işi açıklamaktır, bizim işimiz ise anlamak. Bilim moleküllere, frekanslara, izotoplara, DNA'lara bölerek bir gülün nasıl koktuğunu, o enstrümandan o yürek yakan sesin nasıl çıktığını, o çocuğun dedesine nasıl da benzediğini açıklamayı başarıyordu. Fakat insan, doymak bilmez iştahıyla "neden?" sorusuyla yetinmeyip "niye?"lerin de peşine düşüyordu. Niye sorusu bir üst anlatıyı arar, bir bağlama oturmak, bir hikayeye dönüşmek, metafiziğe açılmak ister. Hal böyle olunca, sosyal bilimlerin içinde de bir gümbürtü kopması kaçınılmaz olacaktı. Sosyolojinin, tarihin, antropolojinin insanı anlama teşebbüslerinin akim kalması uzun sürmedi. Sosyal bilimler, bugün halen kendi ırmaklarının yatağında insanı anlamaya çalışmaya devam etseler de, insanın bilime sığmadığı yönündeki kanaatler derinleşti. Bilimlerin karşısında sanat, bir duyuşun, bir sızının, nazlı bir bakışın, uzun bir yorgunluğun anlamını ifade etmekte o denli farklı, revnaklı yollar buluyor ki, Apollon'un karşısında bir Dionysos olarak dikiliyor.

 

 

Bu uzun girişi bize Cortázar yazdırdı. Gözlemevi aslında uzun lirik bir deneme metninden ve Cortázar’ın çarpıcı fotoğraflarından oluşuyor. Cortázar, 1968'de Jaipur'da Mihrace II. Cai Singh'ın mermerden inşa ettirdiği görkemli rasathaneyi ziyaret ederek fotoğraflıyor. Bundan dört yıl sonrasındaysa elimizdeki metni kaleme alıyor.


Gözlemevi, temelde iki alegorik kavramın ve bunun karşısında Bilim Hanımefendinin etrafında örülüyor. 18. yüzyılda Hindistan'da mermerden bir şiir gibi inşa edilen bir gözlemevinden seyredilen yıldızların hareketleri ve yılanbalıklarının uzun ve karmaşık yaşam döngüsü üzerinden insanın evren karşısındaki derin hayretine işaret ediyor Cortázar. Yıldızlı bir ilkyaz göğünü düşleyin, ışıktan bir şiiri seyrediyorsunuz. Yıldızlar, kendilerinden çok büyük bir şeye, kozmosa işaret ediyor gibiler. Yılanbalıklarıysa, larvadan deniz ejderine dönüşen yaşam öyküleriyle bir mucizeyi hayata geçiriyorlar. Meksika’nın Saragossa Körfezi'nde bir yıl kadar yaşamlarını sürdürdükten sonra tersine göç ile atalarının yaşadıkları Akdeniz üzerinden Ege'nin göllerine ulaşırlar. 6-7 yaşına geldiklerindeyse metamorfoz geçirip olgunlaşırlar. Olgunlaşan balıklar tekrar okyanusu aşıp Saragossa'ya giderek yumurtalarını bırakırlar. Larvaya büyümesini, 7 yaşına geldiğinde dönüşüm geçirip o uzun ve meşakkatli yolu aşmayı başarmasını ilham eden nedir, diye soruyor Cortázar, bir yanıt aramaktan çok, bu durumun karşısında büyülendiğini söylemek için. Fakat Bilim Hanımefendi, izotoplarla, enzimlerle, tuzluluk oranlarıyla dolu bir açıklamaya girişiyor hemen.

 

Bilim evreni, eşyayı ve insanı ölçmek, isimlendirmek, sınıflandırmak istiyor. Cortázar’sa, bilimin bu tutumunun karşısına insanın hayretini, merağını, duyuşunu koymak için bu denemeye tutunuyor. Cortázar’a kulak verelim, “aklı terk etmek o kadar zor değil, kulenin bekçileri o kadar dikkatli değil.” 

 

 

 


 

 

 

 

Görsel: Tolga Tarhan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.