Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yokluğun ortasında iki küçük ada



Toplam oy: 868
Lisa O'Donnell
April Yayıncılık
300 sayfalık kitabın bir akşamda, göz açıp kapayana kadar bittiğini görünce siz de şaşıracaksınız.

Marnie ve Nelly: Tek ortak noktaları aynı annenin karnından ve aynı babanın soyundan gelmek olan iki kız kardeş. Marnie ve Nelly: Karanlık bir sırrın iki küçük ortağı. Onlar bir takım karanlık işlere bulaşmış umursamaz babalarını ve sorumsuz alkolik annelerini evlerinin arka bahçesine gömdüler. Peki, hikaye bitti mi? Tabii ki hayır. Aslında her şey daha yeni başlıyor.

 

Lisa O’Donnell’in kaleminden çıkan ve ülkemizde April Yayıncılık tarafından yayınlanan Arıların Ölümü ergenliğin karanlık sularında dolaşan iki kardeş olan Marnie ve Nelly’nin hayatına odaklanıyor. Sorumsuz ebeveynleri sebebiyle o güne kadar hayatı kendi kendilerine göğüslemek zorunda kalan iki kardeş anne- babalarının şaibeli ölümleri üzerine ölümü de sırtlanmak zorunda kalıyorlar. Marnie ve Nelly arasındaki upuzun çizgi, üçüncü noktayı dolduran eşcinsel komşuları Lennie sayesinde, olayların geliştiği bir üçgene dönüşüyor. 

 

Yazar öyküsünü anlatırken iki türlü tasnif yoluna gitmiş; aslına bakarsanız zamanı ve bakış açılarını ayrı ayrı böldüğünü söylemek de mümkün. Hikaye zaman bakımından dört ana bölüme ayrılmış ve bu bölümlerin her birine de bir mevsim adı verilmiş. Ayrıca bakış açıları bakımından da üçe bölünerek, olayları Marnie, Nelly ve Lennie’nin gördükleri haliyle anlatmış. Bu durum da üç farklı üslup, üç farklı ses yaratma zorunluluğunu beraberinde getirmiş elbette. Yazar bu zorunluluğun altından pekala kalkmış, ana karakterlerinin üçünün de gerçek sesini bulmayı başarmış görünüyor. Olayların temelinde yatan kriminolojik vaka, karakterlerin olayları anlatırken kullandığı geçmiş zaman kipiyle birleşince okurda sorgu odasına girdiği hissini de uyandırmıyor değil doğrusu. 

 

Zihnimde bir bulanıklık var

 

Öte yandan Marnie ve Nelly’nin üstesinden gelmek zorunda kaldıkları iki ölüm ve akabinde gerçekleşen gömme törenleri inandırıcılığın sınırlarını bir miktar zorluyor. Her ne kadar üzerine basa basa anne-babalarına hiçbir biçimde sevgi duymadıklarını ifade etseler de, iki kardeşin yaşlarından beklenmeyecek bir soğukkanlılık ve dirayetle iki cesetten de kurtulması okura pek inandırıcı gelmiyor. Okurken dikkat çeken bir diğer nokta ise çocuklar ve babaları arasında karanlık bir sırrın varolma ihtimali. Yazar bu konuya çeşitli yerlerde değiniyor, hatta Marnie ve Nelly’nin bir takım tuhaflıklarının da bu sırdan kaynaklandığını ima ediyor. Fakat böyle bir durumun gerçekleşip gerçekleşmediğini hiçbir zaman tam olarak açıklamıyor. Bu durum okurun zihninde bulanıklığa ve cevapsız kalan sorulara sebep oluyor. 

 

Son olarak özellikle Marnie ve Nelly’nin çoğu kendi yaş gruplarından bazı karakterler ve bu karakterlerle kurdukları bağlar her ne kadar kurguyu ve karakterleri derinleştirme amacı taşısa da, yer yer ana hikaye ile bağları gevşetiyor ve amaçsız kalıp boşa düşüyorlar. Bu karakter ve durumların kurguya zarar veren bir niteliği olmamakla beraber varlıkları temponun yer yer düşmesine sebep oluyor.

 

Uzun lafın kısası; siz de Marnie ve Nelly’nin yarı karanlık hayatına dahil olmak ve onların bu varoluş mücadelesine şahitlik etmek isterseniz Arıların Ölümü’nü kaçırmamalısınız. 300 sayfalık kitabın bir akşamda, göz açıp kapayana kadar bittiğini görünce siz de şaşıracaksınız.

 

 


 

 

* Görsel: Lorna Cox

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.