Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Zalim yeteneğin Avrupa notları...



Toplam oy: 837
Fyodor Mihailoviç Dostoyevski
İletişim Yayınevi

Rus romanının iki ustasından biri olan Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, arkasında tarihe geçen bir çok romanın yanı sıra, Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları (1863) ve Bir Yazarın Günlüğü (1873-1881) isimli iki kurgu dışı eser bıraktı. Bunlardan ilki olan  Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları, yazarın 40 yaşındaki (1861) ilk Avrupa seyahati üzerine olan izlenimleri ve düşüncelerini bir sohbet havasında okuyucuya sunar. Fakat söz konusu eser ufak boyutuna ve gayrı popülerliğine rağmen  yazarın fırtına dolu ve hareketli hayatının önemli bir yol ayrımında durmakta ve külliyatı bağlamında düşünsel bir eşik değeri taşımaktadır.

 

Rusya’daki otokratik düzene karşı olan örgütlerden biri olan Petraşevski Çemberi’ne mensupluğu yüzünden önce sahte bir idama maruz kalan, sonrasında Sibirya’da hapsedilen ve Petersburg’a girmesi yasaklanan Fyodor Mihailoviç, 1859 yılında özel bir izinle Petersburg’a geri döndü. Arkadaşı Miliukov onu gördükten sonra Dostoyevski’nin sürgün ve hapiste geçen uzun yıllara rağmen fiziksel olarak değişmediğini ve bakışının eskisinden bile atılgan olduğunu kaleme almıştı. Dostoyevski pek değişmemiştir, ancak Rusya için aynı durum söz konusu değildir. 1860 yılında Rus hükümeti köleliği kısmen tasfiye ediyor. Ancak bu tutum sağ ve soldaki entelektüelleri yatıştıracağına daha da şevklendiriyor. Slavcılar radikallerle, radikaller Slavcılarla amansız bir çarpışma içinde. Ancak söz konusu otokrasi ve imparatora yüklenmek olunca iki grup arasından su sızmıyor. Reformların fırtınayı neden yatıştırmadığı konusundaki en derin tespiti dönemin devrimci demokrat, gazateci ve edebiyat eleştirmeni Nikolay Şelgunov yapıyor: “19 Şubat 1861 yasalarını kaleme almaktan başka çare kalmadığı vakit, toplum düşünecek başka şeyler bulmuştu.”

 

Dostoyevski tanık olduğu toplumsal atmosferden keder duyuyor. Konformist bir bakış açısından durumu ele alarak bunun bir kardeş kavgası olduğunu düşünmekte. Miliukov gözleminde yanılmamıştır. Fyodor bu toplumsal fırtınanın düşünsel siperlerine dalmak konusunda sabırsız ve kararlı. Kardeşi Mişel Dostoyevski’yi de yanına alarak Vremya     (Vakit) isimli aylık bir dergi kurmaya karar veriyor. Derginin konumlanacağı zeminse bir sentezden meydana gelecek. Batıcılar modası geçmiş bir akımın takipçileri olmakla, Slavcılarsa geçmişe dair düşler kurmakla suçlanıyor.

 

 

Slavofil sağ ile nihilist sol arasındaki zemin


İşler yolunda gitmektedir. Kısa süre sonra Turgenyev, Nekrassov, Grigoriyev ve Strakhov gibi yazar, eleştirmen ve düşünürler derginin çatısı altında toplanıyor. Dostoyevski’nin kendi dergisindeki eleştirmenlerce bile hakir görülen Ezilmiş ve Aşağılanmışlar’ı (1861) ile Rusya’da coşkuyla karşılanarak Dante’yle kıyaslanmasına sebep olacak Ölüler Evinden Anılar’ı (1862) burada yayınlanıyor. Derginin üyelik ve satış rakamları masraflarını çıkarıyor, hatta kâr bile edilmekte. Lakin Rusya’daki homurdanarak kaynayan kazandan fokurdayan büyükçe bir damla dışarı taşıyor. Adı “Üniversiteliler”. Genç öğrenciler düzeni değiştirmek için anfilerde toplantılar düzenliyor. Öte yandansa 1848 olaylarının hayaleti Rus sarayında hala korku saçmaya devam etmektedir. Polonyalı ressam Jan Lewicki’nin ustalıkla resmettiği, Rusya’nın yanı başındaki Prusya Polonya’sındaki köylülerin, Polonyalı aristokratları katledişi hâlâ soyluların uykularını kaçırmakta. Çar toplantıların yasaklanmasını emredince olaylar büyüyor. 1862’de Petersburg’da yangınlar çıkıyor. Devrimci bildirilerden biri de Dostoyevski’nin eline geçiyor. Bildirinin tonu serttir; sokakların kana boyanmasından bahsedilmekte. Dostoyevski’de reforma inanmış, bu yüzden sürülmüş ve hapis yatmıştır. Lakin dirilişin Rusya’nın Phlegethon’da vaftiz edilmesiyle gerçekleşeceğine katiyetle inanmıyor. Aralarında Çernişevski’nin de bulunduğu elebaşları kısa süre sonra tutuklanarak sürgüne gönderilecek. Siyasi kasırgadan ve derginin yoğun çalışma temposundan yorulmuş olan Dostoyevski tam olarak böyle bir konjonktür içinde 7 Haziran 1862’de, doktorların da ona olan istirahat tavsiyelerini dikkate alarak Avrupa yolculuğuna çıkıyor.

 

Dostoyevski; Fransa, İngiltere,İtalya, İsviçre ve Almanya’yı kapsayan topraklardaki söz konusu yolculuğunun anılarını St. Petersburg’a vardıktan sonra Vakit dergisinde yayınlamak üzere Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları başlığı altında kaleme aldı. Yazıldığı dönemde pek de üzerinde durulmamasına rağmen, söz konusu yazın Hobsbawm’ın terimiyle “Aşırılıklar Çağı”nda her konumdaki eleştirmen, tarihçi ve düşünürler tarafından tahkik edilerek eleştiri oklarının hedefi oldu. Çağdaşı ve dostu Nikolay Strakhov, Dostoyevski Hakkındaki Anılar (Iz vospominani o Dostoevskom) isimli eserinde Dostoyevski’nin Paris’i “sıkıcı” Cenevre’yi ise “kasvetli” bulduğunu yazdı. Öte yandan ünlü tarihçi Edward Hallett Carr eser hakkında “Yaz İzlenimleri üzerine Kış Notları Dostoyevski’nin en duygusuz eserleri arasındadır” gibi iddialı bir ifadede bulundu. Bir çok eleştirmen daha da ileri giderek Batı Avrupa’ya karşı ağır itham ve eleştirel toplumsal analizlerden ötürü eserin harcının “şovenizm” olduğunu ileri sürdü.

 

Saldırıların sebebi belliydi; Dostoyevski seyahati sonunda büyük bir günah işleyerek, geçmiş ve günümüzdeki bir çok “entelektüelin” delicesine taptığı “Batı Medeniyeti” isimli fevkalade güzel hanımın ipekten giysilerinin ardında, çirkin ve yaşlı bir cadının olduğunu ileri sürdü. Evet;  Dostoyevski mimarinin estetik değerini, şatafatlı terimleri bol keseden sallayan bir sanat eleştirmeni gözüyle incelememişti. Çünkü; Dostoyevski’nin tutkusu insanın yarattığına değil, yarattığının Tanrısı olan insanadır. Sanat eseri olarak tanımlanan yapıların yanından soluk bir hayaletlermiş gibi geçen yazar, söz konusu insanlar olduğunda avını fark etmiş bir kaplan kadar dikkatli ve tetikteydi. Bu konuda Henri Troyat şöyle demişti: “İç dünyasında daldığı düşlerden, kahvede bir masaya yerleşen iri bir burjuvanın ya da burnunu gürültüyle sümküren pansiyoncu kadının siluetini bir bakışta kapıvermek için uyanıyordu ancak.”

 

Troyat’ın tabiriyle, vuku bulan “uyanışlar” pek keyifli olmamış olacak ki, Dostoyevski başta Fransa olmak üzere Batı’ya alaycı bir ekşiliğin içinde kavrulmuş diri bir öfkeyle saldırdı. Fransızlar benmerkezci, ukalaydı. Burjuva “ahlakı” içinde yitip gitmişlerdi. Elbette dünyada ideolojik idealinin sunumuyla pratik yaşantısı bir olan bir ulus yoktu ama, Fransızların “uygarlık” adı altında pişirip masaya sunduğu, eğitim sahibi bir çok Rus’un heves içinde yediği, lakin bir türlü hazmedemediği bu yemeğin sosunda siyanür mevcuttu. Dostoyevski seyahatinde Batı karşısında büyüleneceği yerde, kendilerine sunulan ilerleme diyalektiğinin aslında gerilemenin ta kendisi olduğuna hüküm verdi (Londra’da sürgün olan Rus düşünür Herzen’le görüşmeleri yapıtı üzerinde büyük bir nüfuza sebep olmuştur). Ya İngiltere’ye ne demeli? Dickens’ın romanlarında toplumsal ve sosyal tasvirini önümüze sürdüğü Viktoryen İngiltere cehennemin yedi prensinden biri olan Baal’in tapınağına benziyordu. Thames nehri zehir içindeydi, havada solunan madde oksijen değil, kömürdü. Milyonlar aç, giysisiz ve perişan bir biçimde sokakların arasında sürükleniyor, anneler 12 yaşındaki kız çocuklarını pazarlamaya uğraşıyordu. Dostoyevski modernist “ilerleme” olgusu bağlamında bu ekümenopolislerin nihayetine dair korkuyla şöyle yazıyor: “Burada amaca çoktan varıldığını, utkunun, görkemin burada olduğunu hissediyorsunuz. Hatta bir şeyden korkmaya başlıyorsunuz sanki. İstediğiniz kadar ileri düşünceli olun, gene de bir korku sarıyor içinizi. ‘Erişilen ülkü bu olmasın sakın?’ diye geçiriyorsunuz içinizden.”

 

Dostoyevski’den derinden etkilenen Nietzsche’nin tabiriyle Batı’da Tanrı ölmüştü. Heyhat bu ölüm, insanın dini bir Tanrı’nın zincirlerinden kurtulmasıyla birlikte hızını alamayıp yere kapaklanmasına sebep oluyor. Dostoyevski’nin de yazılarını takip ettiği dönemin düşünürlerinden Louis Blanc öfke içinde bu duruma dikkat çekmeye çalışıyor: “Tedavi olmak için paranız yoksa, tedavi olma hakkınızın olması neyi değiştirir?” Adem oğlu batı cephesinde yere serilmiştir. Ağzında toprak ve kan tadı. Freudyen bir tabirle babasını öldürüp, zincirlerini kırdığı için ayağa kalkma hakkına sahip ama, ayağa kalkacak takati yok.

 

Öyleyse ne yapmalı? Dostoyevski çözümü 19.yüzyılda pek bir moda olan nihilizm de aramıyor. Doğudaki dev hâlâ ayaktadır. Modernizmin pençesine düşmüş Avrupa’yı, genç Rusya kurtaracak. “Romantik” oluşunun hakkını veriyor. John Sobieski’nin Viyana’da askeri olarak yaptığını, Rusya Batı’da bu sefer tinsel bağlamda gerçekleştirecek, Avrupa’nın ruhunu kurtaracaktır. 1815’de Ruslar, Fransızları Paris’e kadar sürerek Fransa’yı fethederken öte yandan  Fransa’daki düşünsel kuvvetler de Rusya’yı istila ediyordu. Dostoyevski’ye göre, bu ideolojik ve tinsel istilanın durdurulup, Napolyon gibi Paris’e kadar kovalanarak yenilgiye uğratılması için Rusya’nın ihtiyacı olan kendisi gibi entelektüel Kutuzov’lardır.

 

 

Nedir liberté? Milyonu olmayan insan nedir?


Öfkesinin sebepleri var; Fransa’da trende onu gizli polis karşılıyor. Gittiği her otelde bir cinayet zanlısı gibi, boyunun ölçüsü, gözünün rengi, kaşının üzerindeki ufak yara izi kayıtlara geçiliyor: “İndiğim otelde her şeyimi en küçük ayrıntılarına dek not edip gereken yere bildirdiler. Ayrıntılarla ufak tefek şeylerin not edilmesi sırasında insan, otelde kaldığı sürece attığı her adımın her yaptığının titizlikle izleneceği duygusuna kapılıyor.” İngiliz felsefeci ve sosyal teorisyen Jeremy Bentham’ın tasarlayıp, Michel Foucault’nun modern toplumdaki yerini ustalıkla yorumladığı Panopticon’un içinde buluyor kendini. Modernizmin 19.yüzyıldaki muhafazakâr burjuvasının iki yüzlü ideolojik vaadlerini yerinde görüyor ve alaycılık içinde kalemini kuşanıyor. Fransızlar liberte, egalite, fraternite’yi ağızlarından düşürmüyorlar ama, Dostoyevski kardeşliğin Fransız olmayanları kapsamadığını, Fransa’ya ayak bastığı ilk saniyelerden beri ilk elden tecrübe ediyor. Bunun yanı sıra Fransızların kendi aralarındaki kardeşlik anlayışından da kuşkuludur. Geçen yüzyıldaki devrimci ruhunu kaybederek insanlığın hayat damarlarını tıkıyan burjuvanın “kardeşlik” maskesini düşürmek istiyor. Çünkü kardeşliğin salt ve katıksız burjuva bireyselliğiyle sentezlenemeyeceğini, yapay olarak üretilemeyeceğini biliyor: “Ne yapmalı öyleyse? Yapılacak bir şey yok. Bunun kendiliğinden olması, kişinin yaradılışında bulunması gerekir. Bütün ulusun ruhunda filizlenmeli. Kısacası, kardeşlik duygusu, kardeşlik duygusu, kardeşlik sevgisi olmalı ulusun yapısında… Sevmeli. Kişi kendiliğinden yönelmeli kardeşliğe.” Öte yandan hem sosyo-ekonomik, hem de tinsel bağlamda Louis Blanc’ı anımsatan sözlerle sözde kardeşliğe karşı saldırıya geçiyor: “Nedir liberté? Özgürlük. Ne özgürlüğü? Herkese, yasalar çerçevesi içinde her istediğini yapabilme hakkı. Her istediğini ne zaman yapabilir insan? Milyonları olunca. Herkese birer milyon veriyor mu özgürlük dedikleri? Hayır… Milyonu olmayan insan nedir? Milyonu olmayan insan, her istediğini yapabilen değil, her istenilenin yapılabildiği insandır.” 

 

Batı “uygarlığı”na (kendisi bu tanımlamaya her zaman alaycı yaklaşırdı) karşı yönelttiği bütün rasyonel saldırılara ragmen, insan denen yaratığın irrasyonel önyargılardan da kaçamayacağını itiraf edecek kadar büyüktür. Önyargıların ve ruhun bütün karanlık noktalarının açığa çıkarılması hakikat yolunda yakılan mumlardan biridir çünkü. Belki de o karanlık dehlizlerin aydınlanması, kişinin Tanrı’yı dile getiren bir demagog değil, tüm aciziyeti ve özüyle insan olduğunu fark etmesi için tek yoldur bu: “İki buçuk ayda her şeyi gerçek yanlarıyla görmenin olanağı yoktur. Bu nedenle, en doğru, en önemli bilgileri veremeyeceğim size. İster istemez, kimi zaman doğru olmayanı da söylemek zorunda kalacağım…” Ünlü Amerikalı yazar Saul Bellow, Dostoyevski’ye Göre Fransızlar isimli makalesinde tam da bu içtenliğe içkin değere dikkat çeker. Pek az yazar ya da gazeteci bir seyahat yazısı kaleme alırken var olan bir kaç resmi söylemin dışına çıkma cesaretini gösterebilmiş, dolayısıyla bu bağlamda pazarlamadan ziyade gerçeklik yansıtan çok az seyahatname elimize geçmiştir. Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları bütün felsefi, tarihi ve sosyolojik içeriğinin yanı sıra, bu anlamda da önem sahibidir.

 

Dostoyevski’nin yazını üzerine kaleme alınan olumsuz eleştirilen bir çoğu Dostoyevski’nin eserlerinin psikolojik ve felsefi değer taşırken, estetik ve sanatsal bağlamda yetersiz olduğunu öne sürer. Usta yazarın Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları ve Bir Yazarın Günlüğü isimli yazınları kurgu dışı olmaları sebebiyle söz konusu eserleri inceleyen ve yorumlayan kişileri bu tartışmanın sınırlarına girmekten kurtarır. Lakin, Mikhael Bahtin’in de Dostoyevski Poetikasının Sorunları isimli çalışmasında vurguladığı bir kesinlik vardır ki; Dostoyevski’nin sanatı çok seslidir. Bu açıdan bakıldığında, eleştirilerde bu çok sesliliğin hangi kısmından tutularak bir teze varılacağı Victor Terras’ın da ifade etmiş olduğu gibi eleştirmenlerin Weltanschauung’una bağlı kalır. N. K. Mihaylovski 1882 yılında yazdığı ve Dostoyevski’yi karamsarlık ve olumsuzlukla suçladığı makalenin başlığını Zalim Yetenek (Zhestoki talant) olarak atmıştı. Lakin klasik sanat felsefesindeki Mimesis kuramına göre sanat doğanın bir yansıması olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda söz konusu meselenin bütün derinliği, çarpıcılığı ve rahatsız ediciliğiyle yansıtılması herhangi bir itham sebebi olmaktan ziyade, yansımanın estetik başarısının delaletidir.

 

Kyril Fitzlyon gibi kimi yazarlara göre bu eser beş yıl sonra “Suç ve Ceza” ile başlayacak olan başyapıtlar senfonisinin giriş bölümünü oluşturmuştur. Bunun yanı sıra, senfoninin düşünsel, psikolojik ve estetik temelinin olgun formuyla kendini ilk defa bu eserde gösterdiği söylenebilir. Suç ve Ceza’daki Sonya ile alevlenerek Magnum Opus’una, Karamazov Kardeşler’in “Zosima Dede”siyle ulaşacak olan, romantik idealizm baharatlı Slavofil düşünceyle uyumlu Hristiyan felsefesinin ilk tohumları bu eserde yeşermiştir. Bu bakımdan, Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları, Dostoyevski’yi yalnızca okumak değil, aynı zamanda yazarın düşünsel ve sanatsal yaşantısının ikinci perdesini ve söz konusu perdenin nasıl açıldığını anlamak isteyen okuyucular için düşünsel bir rehber değeri taşımakta.

Yorumlar

Yorum Gönder


Değerli Ziyaretçi,

Yorumlarınızın yayımlayan kısmını biz silmedik; ya uzunluklarından ya da başka bir nedenden bir hata meydana gelmiştir. Biz de üzgünüz. Tekrar atmayı denerseniz seviniriz.

53%
47%

yazdığım yazı'nın tamamı maalesef yayınlanmamış,M.Gorki'ye ilişkin alıntı bile yarıda kesilmiş.Üzgünüm !

33%
67%

Konu kapsamlı bir konu ! Demiştim ! Biraz daha açayım.Yaz İzlenimleri Üzerine Kış notları Dostoyevski'deki Slovakçılığı güçlendirmesi bakımından,Batı Avrupa'nın tüm olgularına nefretle bakmasını sağlaması bakımından ele alınabilir ancak ! Ama onun tanrılı varoluşçuluğundaki uyumsuzluğu ve öz tininden yapıtlarına yansıyan grotesk anti-kahramanlar,
1864'de Çernişevski'nin "Nasıl Yapmalı " yapıtındaki olumlu kahramanlarına
bir misilleme de diyebeleciğimiz anlayışın karşı devrimci cepheden saldırı'sını gerçekleştirdiği "Yeraltından Notlar " ile başlamaktadır.
Bahtin olsun,Carr olsun bu noktada birleştikleri düşüncesindeyim.Ancak Nitzche Dostoyevski üzerine bunu değil 'de başka bir şeyi daha anımsatır
Putların Alacakaranlığında :"Zira burada yeri gelmişken hemen itiraf etmeliyim ki,benim kendisinden her zaman bir şeyler öğrendiğim tek psikolog Dostoyevski'dir.Dostoyevski, benim hayatta karşılaştığım en mutlu olaylardan biridir.Benim için Stendhal'i keşfimden bile çok daha önemli ve mutlu bir olaydır.O yüzeysel Almanları hor görmekte on katı haklı olan bu engin ve bilge adam,uzunca bir süre aralarında yaşadığı Sibiryalı Mahkumların (topluma kazandırılabilmelerinin artık imkansız olduğunu düşündüğü bu en kötü suçları işleyen kişilerin )(Putların Alacakaranlığı Alter yay.S.108)'Nietzsche Ölü Evinden Anılar'ı vurgulayarak Dostoyevski'nin psiko çözümlemelerini vb.övmektedir.Aslında Nietzche'nin Ataistliği'de tartışılabilir bir ikircilik taşımaktadır.Nitzche 'Tanrı yok demiyor,Tanrı öldü diyor ! )Onun için yakıştırılan tanrısız varoluşçuluk yakıştırmasının'da doğru olmadığı düşüncesindeyim.Olmayan bir şey ölmez !
Olan birşey ancak ölebilir.Nitzsche'de de tıpkı Dostoyevski gibi Katolik kilisesine ve papazlarına karşı bir nefret vardır.Sorun budur !
Yine tartışılması gerekli bir nokta, Dostoyevski'deki anti-kahraman olgusunun ne zaman başladığı sorunudur.Dostoyevski'deki uyumsuzluk(felsefi
intihar,Bak.Camus.)1864'lerde de başlamıyor bence..Ondaki uyumsuzluk ilk
yapıtıyla (İnsancıklar'da )(1846)tam belirmemiş olsa da onu takip eden Beyaz Geceler
de(1848) adsız kahramanımız bir ANTİ-KAHRAMAN silüeti çizmektedir.Bu ,Dostoyevski'deki
yabancılaşma olgusu'nun elle tutulur somut örneğidir.Dolayısiyle Bir bakıma
Dostoyeveski'yi yapıtlarındaki BİÇİM bağlamında kesin kes iki döneme ayırmak sakıncalıdır.(kurşuna dizilme ve sürgün öyküsü öncesi-sonrası)Şimdiye dek Krıtiklerin sadece bir yönüne baktık.Bir de bunun Marksist
cephe'nin bakış açısı vardır. Söz gelimi Maksim Gorki 1934 S.Yazarlar 1.Kong.Dostoyevski üzerine şöyle yazmaktadır :"Die Genialitaet Dostoevskij ist unbestreitbar,was die Darstellungskraft anbetrift,so ist sein Talent
vielleicht nur Shakespare gleichzusetzen.Aber als persönlichkeit,als
>>Richter der Welt und der Menschen<<,kann man sich Dostoevskij gut in der
Rolle eines Inquisitiors aus dem Mittelalter Vorstellen.(Sozialitische Realismuskonzeptionen Dokumente zum 1.Allunionskongress der Sowjetschriftsteller(Shurkamp Verlag,S.66)(Maksim Gor'kij,Über sowjetische
Literatur-17.8.1934)
Türkçesi: Dostoyevski'nin dehası yadsınamaz.Yalnız anlatım ,tasvir etmedeki yetenek güc'ü Shakespeare'ninkine eşitti.Ama kişilik olarak >>dünya ve insan
ların yargıcı<

40%
60%

Dostoyevski'ye ilişkin gerçekten güzel bir kesit sunulmuş.Ancak bazı şeyler'de sadece olguya tek yönlü bakıldığı düşüncesindeyim.Sözgelimi Dostoyevski'nin Avrupa izlenimleri üzerine olan tavırları belirtilirken onun salt olumsuzlamaları ele alınmakta,yazıyı kaleme alan arkadaş,kendi tavırını'da işin içerisine katmadığı için Dostoyevski'nin olumsuzlamaları sanki yüzdeyüz gerçekmiş gibi bir anlayış ortaya çıkmaktadır.
Her nedense 'Nötr'kalmak tercih edilmiştir.
Dostoyevski, aslında Batı Avrupa'ya ilişkin düşüncelerinin töz'üne ilişkin
kısmında yanılgı içerisindedir ve gerçekten Nietzsche'ye bir esin kaynağı
olacak değin kin ve nefretle doludur.
Kapitalist ilişkilerin ileri bir aşamaya uğraştığı bu süreçte Rusya başta
olmak üzere doğu henüz feodal gömleğini çıkarıp atmak ile uğraşıyordu.
Bu süreçte Avrupa, politik,estetik en değerli yapıtlarını yaratıyordu.
Rusya'da dahil olmak üzere tüm Dünya, Avrupanın bu Kapitalist aydınlanma
aşamasından yararlanıyor,etkisinde kalıyordu.Balzac,Emile Zola Gerçekçiliğin,doğalcılığın ilk örneklerini vererek,Dostoyevski'nin dahi
taklit ettiği,esinlendiği yazarlar oluyorlardı.Yine Marks,Engels gibi düşünürler salt Batı Avrupa ve Rusya'da değil,tüm dünya'da sosyal med ve cezir'leri derinden etkiliyorlardı.
Dostoyevski'nin us'undan fışıkıran gerici'Rusya ve ortadoks'luk ' sabit düşüncesi, bir başka deyişle 'Slavizm ve ortadoksculuk ' sloganı, onun ne denli olguya idealıst ve tek boyutlu yaklaştığının bir kanıtıdır.Vurgulamakta yarar görüyorum.Dostoyevski'nin bu düşüncesi ,Çernişevski,Herzen,Turgenyev gibi devlerin'de Batı Avrupa feylozofisinden etkilendikleri gözönüne getirildiğinde tamamen gerici bir anlayış ve kritiktir.Bunun yorumlanması gerekmektedir.Kısa kesiyorum.Aslında yazacak çok şeyler var..Konu kapsamlı bir konu,Dostoyevski
21.y.y insanı'nı en çok etkileyen yazar olma özelliğini hala taşıyor !Saygılar.Yavuz

46%
54%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.