Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

“Tek serveti güneş olan” bir başkaldıran



Toplam oy: 1042
Pierre-Louis Rey
Yapı Kredi Yayınları

Ne zaman Camus’yle ilgili elimde bulunmayan ya da bulunmadığını sandığım bir kitap, belge ya da fotoğrafa rastlasam, hem kendimi hem de belgeyi ufak bir sorguya çekerim. Asıl soru şu olur elbette: Elime geçen bu şey bana Camus’ye dair yeni ne öğretti? Çoğunlukla sonuç hüsran oluyor, nadiren de şaşırtıcı. Yaklaşık on beş yıldır Camus üzerine iyi kötü araştırma yapan, bilgi ve belge toplayan, üzerine bir de tez yazan birinin yeni bir şeyle karşılaşma olasılığı azalıyor haliyle.


O nedenle açıkça yazmalı: Pierre-Louis Rey’in Camus: Başkaldıran İnsan adlı kitabının bana kattığının fazla olduğunu söyleyemem. Ama yiğidi öldürüp hakkını verelim, kitap, Camus’ye başlangıç için iyi bir malzeme sunuyor. Tabii, reçeteye mutlaka yazılması gerekenler var: Rey’in kitabıyla beraber Sisifos Söyleni, Yabancı, Veba, Başkaldıran İnsan, Doğrular ve İlk Adam da okunmalı.


2010, Camus’nün 50. ölüm yılıydı, 2013 ise 100. doğum yılı. Tüm bu tarihsel kesişmelerden mi, daha çok anlaşılmak istenmesinden mi yoksa mezarcı lider Sarkozy’nin Camus’nün küllerine sarılmasından mı bilinmez ama bu öncü yazar epey bir konuşuldu son zamanlarda. Dünyanın dört yanında etkinlikler düzenlendi; anmalar, toplantılar ve tartışmalarla Camus kitapları yeniden gündeme oturdu.


Rey’in kitabı da Camus üzerine yazılmış ve konuşulmuş kitaplardan biri: Gallimard tarafından Fransa’da 2006’da yayımlanmış ve dört yıllık bekleyişin ardından Elif Gökteke tarafından Türkçeye çevrilmiş.

 

İçinde Camus’yle ilgili bilinen her şey var: Çocukluğu, gençliği, tutulduğu verem, veremin onu nasıl engellerle yüzleştirdiği, Yabancı’nın (absurde felsefesinin) oluşumu, denemeleri (elbette en başta Tersi ve Yüzü ile Sisifos Söyleni), Veba ve Başkaldıran İnsan’a yolculuk (başkaldırı felsefesinin doğuşu), Sartre’la arkadaşlığı ve kavgası, direniş (Combat günleri), tiyatroya duyduğu büyük aşk ve aşkları, çocukları, Nobel Edebiyat Ödülü, ölüm ve ölümünün ardından keşfedilen otobiyografik bir roman taslağı: 1994’te yarım haliyle yayımlandığında dünyayı sallayan İlk Adam’ın Camus’nün hayatını nasıl anlattığı…

 

Rey’in kitaba aldığı hemen her şeyi başka pek çok kaynakta bulmak mümkün. Bu kitabı önemli kılan iki özellik var: Birincisi Camus’ye dair ülkemizde neredeyse hiçbir yerde bulunmayan kimi fotoğraflar. Bunun yanında, el yazmaları ve defterlerinin sayfalarından örnekler. İkincisi, sona iliştirilen “Tanıklıklar ve Belgeler” bölümündeki mektuplar. Camus’yü bilenler büyük oranda bu iki özelliğe odaklanacak gibi.


Rey’in çalışması, Camus üzerine bildiklerimizin bir dökümünü yapıyor. Birkaçını arka arkaya sıralamalı: Absurde felsefesini kuran ama absurde’ü yok etmeye çalışmadan onu anlamaya, hatta başkaldırıyla aşmaya çabalayan biri. “Ben” yerine “Biz”, “mutlak evet” yerine “kuşkucu bir hayır”ı benimseyen bir kişi. Tiyatroya tutkuyla bağlı olan ama en az ilgiyi yine o yapıtlarının gördüğü bir yazar. Akdenizli bir Fransız, “güneşin tek serveti” olduğunu kavrayan bir bilge. Felsefe öğretmeni Jean Grenier’nin deyişiyle “insanın acı ve yalnızlık olarak kaldırabileceği ne varsa köküne kadar yaşayan, onda merhamet uyandıran acımasız bir zihin berraklığıyla pek çok insandan ayrılan” bir kişilik… Rey’in Camus: Başkaldıran İnsan kitabı, Camus’nün bu ve birçok özelliğini yeniden hatırlatıyor bize.  


Yaşamı boyunca zarı hep insandan yana atan Camus’nün “çağının vicdanı” şeklinde nitelendirilmesi boşuna değil. Şimdi o vicdanın, Camus’nün, özellikle ülkemizdeki takipçilerinin sabırsızlıkla beklediği birkaç şey var: İlki, henüz dilimize bütünüyle çevrilmeyen Albert Camus-Jean Grenier ve Camus-Pascal Pia mektuplaşmaları.
Öbürü, doğumunun 100. yılında, yani 2013’te, dünyayla eş zamanlı olarak Türkiye’de de doyurucu Camus etkinliklerinin düzenlenmesi…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.