Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Antikapitalist mücadelede şehri sahiplenmek ve Emek

Ne çok söylerim, ne çok anarım Milan Kundera’yı, “XX. yüzyıl insanının en büyük dramı, öldüğü dünyanın doğduğu dünya olmayacağını anlamış olmasıdır," sözüyle. Yüzyıllardan XXI. yüzyıldayız ya şimdi, sahiden anladık mı olan biteni iyiden iyiye; anlamak dramın içinden çıkmak da değildir ki, dram devam etmekte. Ekonomisi çökmüş, tarım ve hayvancılığı devlet eliyle bitirilmiş, sanayisi can çekişen bu ülkede yaşayan tek şey var: Kendini, var olanı yok edip üzerine yeni ucubeler dikmeye adamış, rant. Soluğu beton tozu, besini beton şerbeti…

 

 

Bir yandan harıl harıl meyve bahçelerinin, altın kumsalların, sahillerdeki zarif ılgınların, mütevazı tepelerde kayalara tutunmuş kadim zeytinlerin kökünü kurutuyor. Bir yandan benliği, toplumsal ruhu içimizden sökercesine, insan-mekan ilişkisini ezercesine, toplumsal hafızayı, bilinci silercesine şehirleri talan ediyor. Attığı her adımda, geçtiği yerler yıkılıp yok olan postmodern roman kahramanlarıyız hepimiz şimdi. Ve biz bağırıyoruz, "Ey, rant! Topraklarımızdan elini çek! Emek bizim, İstanbul bizim! Şehirler, kasabalar, sokaklar, sahiller, denizler bizim!" diye. Duyan var mı? Yok. Sesimiz uçsun gitsin, sözlerimiz kayda geçsin. En azından hikayemiz böyle devam etsin.

 

 

 

Geçen haftalarda, çok sayıda sanatçı ve İstanbullu, yıkımına başlanan Emek Sineması’nın önünde tartaklandı, biber gazı ve tazyikli su ile etkisiz hale getirilmeye çalışıldı, birkaç kişi gözaltına alındı. Kamunun, kamuya ait bir mekanı sahiplenmesi, onun üzerinde söz hakkına sahip olması mümkün değil gibi görünüyordu ya da öyle gösterilmeye çalışılıyordu. "Bir grup sinemasever sapıtmış, iki kat yukarı taşınacak Emek Sineması için olay çıkarıyor"du. Yalanlar, çarpıtmalar da bir yana, bunun aslında bir sınıf mücadelesi olduğu zaten hiç mi hiç konuşulmuyordu. David Harvey, yeni Türkçeleşen kitabı Asi Şehirler'de “Madem ki sermaye güçleri ve sayısız müttefiki şehir yaşamını kökten değiştirmek için düzenli aralıklarla gözünü kırpmadan seferber olmaktadır, sınıf mücadelesi de kaçınılmaz olarak bu sürece dahil demektir," diyerek antikapitalist mücadelelerin, ister istemez şehrin tanımladığı geniş sahaya ve kamusal mekanlara odaklanacağı üzerinde duruyor. Bunun adı “Antikapitalist mücadele için şehri yeniden sahiplenmek." Sermayenin kalesi AVM ile kamusal Sinematek arasındaki savaş işte bunun savaşı. Yıkım başlamış olabilir, ama Emek -hep birlikte göreceğiz- o kadar kolay yıkılmayacak.

 

 

 

Sinema yazarı, Sinema Yazarları Derneği’nin kurucu üyesi ve onursal başkanı Atilla Dorsay da bu olayın bir gün öncesinde yıkım çalışmalarını görmek için Emek Sineması’na gitmiş, saldırıya uğramış, tartaklanmıştı. Sonra yazılarına son verdi. Dorsay, 10 Aralık 2011’de,  “Emek Sineması’na kazma vurulduğu gün, ben gazeteciliği bırakıyorum,” diye yazmıştı. Öyle de yaptı. Yazarken duyulmayan Dorsay, belki sustuğunda duyulur.

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.