Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Atölyenin atölyesine bekleriz…

Sevgili okurlarım; son birkaç aydır, herkesten sır gibi saklayarak ve de hiçbir masraftan kaçmayarak, yazlığı kışlığı ayrı olmak üzere sizler için okur-yazarlık atölyelerini denetliyorum. Bir süredir, içimizde adeta bir volkan gibi patlayan bu atölyelerin ne olduğunu, bir işe yarayıp yaramadığını, ticaret ve kültür hayatımızda nasıl bir yer kaplamaya başladığını falan iyiden iyiye kafama takmıştım. İşte araştırmacı ve soruşturmacı kimliğimi ortaya koyarak yaptığım çalışmanın sonuçları…

 

Kesin bilgi 1: Yazar değil ama okur yetişir…

 

Edebiyat tıpkı tüm diğer sanatlar gibi bir tarih ve gelenek üzerine kuruludur. Ve geleneği bilmeden, kısacası okumadan, çok ama çok okumadan yazar olmak mümkün değildir. Piyasanın “bir kariyer olarak yazar olma”yı proje olarak sunduğu ortamda, atölyeler aslına bakarsanız size ne vaat ederlerse etsinler, yazarlığın öğrenilebilir bir şey olmadığını öğretirler... Hangi yazarlık atölyesine katılırsanız katılın nihayetinde aklınızda ve ruhunuzda yazarlığa dair net bir teknikten çok okurluğa dair net bir arzuyla çıktığınızı fark edeceksiniz.


Kesin bilgi 2: Temas her şeydir

 

Edebiyatımızda yazar-yazar ya da okur-yazar arasında son otuz yılda iyiden iyiye kaybettiğimiz temas etme, buluşma ortamı atölye programları sayesinde yeniden yürürlüğe girdi gibi. Piyasanın kopardığı bağları, postmodernizmin modernizme karşı, yine onun içinden öngörülemez olarak fışkırması misali; atölyeler bir nebze de olsa yeniden bağlayabiliyor. Türk edebiyatının sevilen yazarlarının ve şairlerinin verdiği atölyelere katılmak edebiyata adanmış hayatların yanına, yakınına getirebiliyor sizleri. Vaadi ne olursa olsun, bir yazar eşliğinde edebiyatı konuşmak, düşünmek gibisi olmuyor.

 

Kesin bilgi 3: Yazar, hiç değildir

 

Toplumun ve ticaret hayatının üzerinde oybirliğiyle anlaşmış olduğu bir kural vardır: Yazar, para kazanmamalıdır. Bir yanda çoksatar yazar kariyeri pompalanırken (ve bu kariyer planı çerçevesinde bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda yazar para kazanırken), gerçek edebiyatın peşinde koşan,  “gerçek” yazarlar kendisini bozmasın isteriz biz. Kitaptan kazanmasın ama başka bir meslek de yapmasın, sağda solda gazete yazısı, köşe falan yazmasın, yazarsa az para alsın, reklamda zaten oynamasın, para derdinde, peşinde olmasın isteriz. Genelde de öyle olur zaten. Olur olmasına ya, edebiyat tarihimiz hastalıktan, bakımsızlıktan, kederden, kısacası parasızlıktan ölen yazarlarla, şairlerle doludur. Görülüyor ki yazarlık deneyimini atölyelerle paylaşan yazar ve şairler, toplumun da onayladığı biçimde, az da olsa para kazanabiliyorlar. Neden olmasın, oluyor.


Kesin olmayanlar:

 

 

 

Atölye programına katıldığınız yazarla, şairle, eleştirmenle elektriğinizin tutması garanti değildir. Karşılıklı olarak birbirinizi hiç sevmeyebilirsiniz.

 

Öğretme biçiminin de bir garantisi yok elbette. Çok iyi bir yazar/şair, çok iyi bir anlatıcı olmayabiliyor. Ya da edebiyatını hiç beğenmediğiniz bir yazarın öğretmenliği sizi büyüleyebiliyor. Tabii denemeden, bilemezsiniz.

 

Diğer katılımcılar, onların ilgisi ve yaklaşımı programların seyrini etkileyebiliyor. Ve bunun hoşunuza gitmemesi de olası. Program alma, katılımcı al!

 

Açıklanan programları dikkatlice okumak, size ne verilmek istendiğini iyice tetkik etmek gerekiyor. Yoksa hiç olmadık, hiç ilgilenmediğiniz bir mevzuu içinde kendinizi bulmanız işten bile değil.

 

Edebiyat zaten muallak bir şeydir. Tekniği, kuralları olmadığını hiç unutmayın. İstediğiniz şey seviye seviye ilerlenecek bir kurs programı ve biçimiyse eğer, edebiyat atölyelerine hiç yaklaşmayın.

 

Küçük bir araştırma yaparsanız, bir yandan çok verimli çalışmalar yürütülürken, diğer taraftan tamamen ticari, aldatmaca üzerine kurulu ve son derece yetersiz pek çok program da olduğunu göreceksiniz. Sapla samanı ayırt etmek yine size düşüyor. Ama sizi bir-iki ayda yazar yapacağını ileri süren programları bir kalemde silerek başlayabilirsiniz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.