Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Bakmak, görmek, duymak

Derler ki Amerika’nın yerlileri, sahillerinde bir gün ansızın bitiveren İspanyol gemilerini önceleri görememişler. Burunlarının ucunda durduğu halde koca koca gemiler, o güne değin görsel algılarında buna benzer bir şey bulunmadığı için, onlar sadece üzerinde hiçbir şey olmadığına inandıkları masmavi denizi izlemişler. Ta ki o göremedikleri gemilerden inen adamlar, topraklarını işgal etmeye, canlarını almaya başlayana dek… Ne dram. Psikolojide de açıklaması olan bir durum bu. Algının ötesinde bir şeyle karşılaşan zihin, onu görmemeyi, duymamayı seçermiş bir süre; fiziken de kabullenemezmiş. Tıpkı Suç ve Ceza’nın kısacık bir bölümünü televizyonda duyduğumda bana da olduğu gibi. Özellikle gerçek edebiyata dair herhangi bir şeyle televizyonu hele hele ki reklam kuşağını bağdaştıramadığım için ilk birkaç saniye tamamen kitlendim. Etrafımdakiler, ne var ne oluyorsun dediklerinde sesimi çıkaramadan sadece televizyonu işaret ediyordum. Derken sizin de bildiğiniz gibi Boğaziçi Üniversitesi’nin sosyal projesiyle karşı karşıya olduğumuz ortaya çıktı: Telefon kütüphanesi. Bu kütüphanenin ardında Boğaziçi Getem (Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı) var. Getem, aslında 2006 yılından beri internet üzerinden geniş bir arşivle sesli kütüphane hizmeti veriyor. Bizim son birkaç gündür izlediğimiz reklam ise Getem’in Türk Telekom’la işbirliği yaparak bu hizmeti, internet erişimi olamayanlara da verme amacını bildiriyor.

 

Okumanın ne kadar kıymetli bir şey olduğunu, insanın zihni, ruhu, benliği için ne derecede hayati değer taşıdığını bir televizyon reklamı aracılığıyla bir kez daha düşünmek, ilginç bir deneyim oldu, doğrusu. Ancak beni asıl düşündüren şey teknolojinin, gündelik hayata girerken aldığı çarpık şekil. Sermayenin, güç ehlinin çıkarlarına göre alıyoruz hayatımızın içine, o bizim için vazgeçilmez olan, teknolojiyi. Bize gösterildiği şekilde, kullanıyoruz, ötesini aklımıza bile getirmiyoruz. Bugün elimizin altında olan, hayatımızı kolaylaştırdığını bile çoktan unuttuğumuz pek çok teknolojik gerecin, birkaç küçük değişiklikle bizim dışımızdaki hayatlara nasıl daha iyi gelebileceği düşüncesi, merakı yok içimizde. Nasıl olsa birileri yapar… Yapmıyor işte o birileri, o birileri, en çok kime nasıl satabilirim, üzerine yoğunlaştırıyor kendi meraklarını ve sonuç ortada... Akıllı evler, engellilere, gerçek ihtiyaç sahiplerine değil de, niye böyle bir şeye sahip olmak istediğinden bile emin olmayan zengin kesime sunuluyor, sınırsız telefon ve internet tarifeleri, orta ve alt sınıfa ait bireylere, bir tür sınıf atlama aracı olarak amade ediliyor. Düşünüyorum, kim, hangi teknolojinin hakkını veriyor acaba, diye… Doya doya telefonla konuşmak dışında, bir cevap gelmiyor aklıma…

 

E-kitaba karşı genel duyarsızlık da, teknolojiyle sözde bütünleşmemizin bir başka göstergesi. Edebiyata emek verenlerin; yazarından çevirmenine, editöründen yayımcısına, emeklerinin karşılığını daha çok verebilecek, okura daha ucuza mal olacak bir teknoloji neden hayatımıza büyük büyük değil de, ufak ufak giriyor? Hangi küçük ya da büyük çıkarlara aykırı düşüyor e-kitap? Düşük gelirleri ya da fiziksel engelleri yüzünden kitaplarla arası açılan gerçek okurla ne zaman buluşulacak? Sosyal sorumluluk projeleri, şüphesiz ki desteklenmeli ancak sadece bu projelerle idare etmeye çalışmak, safdillik olmuyor mu?

 

Televizyondan ümidimizi kestik, telefondan da öyle. Onlar bizler için artık sadece birer tüketim teknolojisi. Ancak internet ve devamında e-kitap için hala umut var. Bir meta olarak kitapla ilişki kurmak, kapağını, sayfalarını çevirmek, mürekkebini koklamak, benim gibi iflah olmaz bir bibliyofil için de vazgeçilmez. Ama okumak, daha çok okuma imkanına kavuşmak, daha da vazgeçilmez. Sizler için de öyle değil mi?

Yorumlar

Yorum Gönder


yazarla tanışmak beni onurlandıracaktır.


Ne yazık ki tanışamıyorsunuz :)


teşekkür ederim. yazarla tanışamıyormuyuz acaba..


Çok teşekkürler!


Yazınızı çok beğendim çok haklısın ne yazık ki yayın evleri veya kitap evleri halen yaptıklarını bir aydınlanma vazifesi olarak değil,bir meta pazarlaması olarak görüyorlar.Sadece onlar değil devletimizde halen kitaptan vergi alıyor.Matbaada yaptığımız hatanın aynısını şimdi e-kitaba karşı yapıyoruz, ne yazık ki tarihten de ders almıyoruz.Ben bir e-kitap okuyucu kullanıcısıyım,gerçekten çok memnunum.Okuduğum üniversitede bir topluluğa üyeyim ulusal ajansa proje yazabilen bir topluluk ve e-kitap fikrini ortaya koydum bu konuda uzman kişiler çok şaşırdılar ve çok olumlu buldular çünkü çok farklı fikirler aranıyor artık projelerde, ilerleyen günlerde bu projeyi yapabilirsek ki projemiz telif hakları kalkmış kitapları halkımıza bir web sitesi üzerinden e-kitap olarak yayınlamak.Bunun benzeri projeler dünyada var en ünlüsü de gutenberg projesi site binlerce telifsiz kitabı yayınlıyor,umarım bizde bir yerden başlayabiliriz.100 temel eseri yayınlayarak bile başlasak bence halen bu eserlerin e-kitabını 10 lira gibi ücretlere satan satıcılara güzel bir ders olur...

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.