Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Batı sana söylüyorum, Doğu sen dinle

Çağdaş Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden sevgili Ayfer Tunç, Pen International için etkileyici bir yazı kaleme almış. Hem nitelikli edebiyatı gölgeleyen piyasanın işleyişini hem de Doğu-Batı arasında düzelmek bilmeyen algı çarpıklığını tartışmış. Bir tür isyan yazısı bu, yetenekli yazarlarımızı, yapıtlarımızı harcayan, onları küçücük bir okur kitlesine hapseden algılama biçimine, sisteme karşı zarif bir yazar isyanı. Ve herkesin köşesine çekilip küçük çıkar ve iktidar hesapları yaptığı, yapıtlarını kitlelere ulaştırmak için şeytan misali piyasayla işbirliği yapıp yapmamanın muhasebesiyle boğuştuğu bugünlerde etkileyici, sağduyulu bir çıkış. Ama gelgelelim, bir kör noktaya bakıyor, eski bir hastalığı nüksettiriyor.

 

 

 

 

 

Eski, kökleşmiş ve bir türlü kabuk bağlamayan bir yaradır bizim edebiyatımızda doğu-batı sorunu. Öyle ki Peyami Safa’nın “Türk ruhunun en büyük işkencesi” dediği bu sorundan doğmuştur modern Türk edebiyatı. Üstelik Nurdan Gürbilek’in Kör Ayna, Kayıp Şark'ta ayrıntılarıyla ele aldığı gibi, doğu ile batı arasında saf tutmak yerine, bu çelişkiyi, bu yalpalamayı bizzat mesele edenler parlak eserler verirler edebiyatımıza. Tanpınar, Atay, Pamuk, liste uzar gider. Bir de bu yalpalamanın bizzat dışına çıkanlar vardır ki bunlar da şüphe çekici biçimde kadın yazarlarımızdır daha çok: Leyla Erbil, Latife Tekin, Tomris Uyar gibi. Anlatma endişesinin, eril iktidarı kaybetme, efemineleşme endişesiyle iç içe geçmesinin bir sonucu olabilir ki bu; bu satırların ötesinde, edebiyatımız kendi içinde zaten tartışmaya devam etmektedir hala.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Peki bizim içimize işleyen bu ruh işkencesi, Batı’ya nasıl yansımaktadır?  İşte Tunç’un isyanı bu noktada başlıyor gibi:

 

 

Üzülerek söylemeliyim ki, özellikle Batılı yayıncılara dolayısıyla okurlara da egemen olan bu yeni oryantalist anlayış bizden ve bizim doğumuzdaki ülkelerden, 20. yüzyılın Batılı yazarları tarafından olgunluğun zirvesine taşınmış, nitelikli bir edebiyatın seçkin ürünlerini beklemiyor. Batılı okurlar bizden onların Batılı, bizim Doğulu olduğumuzu daha net gösterecek, kendilerini iyi hissetmelerini sağlayacak romanlar yazmamızı bekliyorlar. (…) Osmanlının Batılı okurlara çok çekici gelen tarihinden, akıl almaz bir yoksulluktan, Müslüman dünya ile Batılı yaşam biçimi veya etnik kimlikler arasındaki derin çatışmalardan, törelerin ve geleneklerin mahvettiği hayatlardan bahseden romanlar yazıyorsanız Batılı yayıncıların ilgisi uyanıyor. Müslüman olduğu veya tersine batılı bir yaşama biçimini benimsediği için acı çeken kadın hikayeleri anlatıyorsanız kapılar çabucak aralanıyor. Bu temalar hiç şüphesiz edebiyatın kapsamı içindedir. Ama sorun şu ki, Batılı yayıncılar bu temaların oldukça klişe, kaba, sıradan okurun hiç kafa yormadan okuyacağı örnekleriyle daha çok ilgileniyorlar.”

 

 

 

 

Ancak burada mesele sadece Batılı yayıncılar olamaz elbette. Bizim yayın dünyamız ve okur kitlesi dediğimiz o büyük muallak boşluk da aynı şeyleri arzulamaktadır pekala. Ayfer Tunç’un belirttiği beklentiler hem batıda hem doğuda kök salmıştır.

 

 

 

 

Doğu-batı sorunundan doğan Türk edebiyatı, bu sorunla nice hesaplaşmalara girmiş, sınavlarını vermiş, hatta yeni edebiyatımız bu hesaplaşmaların da üstüne çıkmış olduğu halde, neden hala bu kompleksle boğuşuyoruz biz? Neden hala hem içeride hem dışarıda oryantalizm duvarlarına çarpıyoruz, nitelikli edebiyatımız gözlerden uzak kalıyor? Kanımca Ayfer Tunç’un dünyaya yönelttiği asıl soru bu. Başta sözünü ettiğim kör nokta da yine buradan geliyor. Batının bize bakmak için taktığı oryantalist gözlüğü çıkarmak için çırpınmaktan vazgeçtiğimiz anda, değişecek her şey çünkü. Çünkü asıl yapmamız gerekeni yapmış, kendi kendimize taktığımız oryantalist gözlüğü çıkarmış olacağız. Bu gözlüğü çıkaranlar var evet, Ayfer Tunç da gücünü hem bu yazarlardan hem de kendinden alıyor. Geriye ise edebiyatı parçalara ayırıp bizden alan piyasa şartlarıyla mücadele etmek, kalıyor ki, en zoru da o. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Manşette kullanılan görsel çalışma Dave White'a aittir.)

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.