Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Ben ilerledikçe benimle dalga geçen işaretler *

Ergun Candan
Sınır Ötesi Yayınları

Son zamanlarda ara ara sayfalarını karıştırdığım kitaplardan biri “Kuran-ı Kerim’in Gizli Öğretisi”. Gizli öğretilerle haşır neşir yazarlarımızın başında gelen Ergun Candan (bknz. “Antik Mısır Sırları”, “Yaşanmış Esrarengiz Olaylar”, “Kıyamet Alametleri”, “Gizli Sırlar Öğretisi”, “İsa Peygamberin Gizli Öğretisi” ve daha niceleri), bu defa tasavvufi batıni ezoterik öğretilere göre Kuran-ı Kerim’i yorumlama yoluna gitmiş. Bu tür çalışmalar, eğer yazarı alttan alta (ya da çoğunda olduğu gibi üstten üste) bir ideolojiyi, bir düşünceyi dayatmaya çalışmıyorsa ve kendi kör inançları uğruna gerçeklik yolundan sapıp çalışmasını can sıkıcı bir komediye dönüştürmüyorsa, ilgimi çeker. Her şeyin pragmatist bir tavırla rasyonalize edildiği bu can sıkıcı modern-sonrası dünyada, benim de içimde her an gizli öğretilerin peşine cesurca düşmeye hazır bir kutsal hazine avcısı yaşamaktadır... Kim sıkıcı yorumları ve gerçekliği şifrelere, sırlara tercih eder ki... İşte bu güdü ekseninde beni kendine çeken “Kuran-Kerim’in Gizli Öğretisi”nde aradıklarımı, arayıp da bulamadıklarımı ve de aramadığım halde karşıma çıkanları sizlerle paylaşmak istedim...

Günümüzde hadis kaynaklarına dayandırılan İslamiyet ile ilgili pek çok bilginin gerçeklere uymadığı görüşü Ergun Candan’ın ana çıkış noktası. Bu bilgilerin ve yorumların gelip dayandığı noktalardan biri de doğal olarak Kuran’da geçen doğaüstü olaylar ve hikayeler. İslam alimlerinin fikir birliğine varamadığı yerde günümüzün ana akım yorumcuları bütün bunları akli ölçülerde değerlendirmememiz gerektiğini söyleyip bir anlamda işin içinden çıkıveriyorlar. Candan’a göreyse Kuran-ı Kerim’de bir olaydan söz ediliyorsa eğer bu bizim için anlaşılabilir bir şey olduğu için aktarılmış demektir.  Anlaşılabilir ve öğretici olması gerektiği için. Dolayısıyla da akli ölçülerde değerlendirilmesi gerektiği için...

Elif lam mim... Mu kıtasının anlatılmamış öyküleri olabilir mi?!
Buradan yola çıkarak bugüne kadar nice tartışmaların konusu olanlara da, tuhaf bir şekilde görmezden gelinen surelere de el atıyor Ergun Candan. Örneğin gizemi hala çözülememiş mukataa harfler. Bilindiği gibi Kuran-Kerim’in 29 suresi bizim bildiğimiz herhangi bir anlam içermeyen harf kalıplarıyla başlar: Elif lam mim, Ya sin, Elif lam ra gibi. “Hz. Ebubekir’in : ‘Her ilahi kelamda bir sır vardır. Kur’an’ın sırrı da surelerin başlarında bulunan harflerdir. Her kitabın bir özü vardır. Kur’an’ın özü de bu hece harfleridir.’ Dediği rivayet edilir. Bu görüşü dört halifenin de kabul ettiği bilinmektedir.” Ancak bu harflerin bilinebileceği kanısında olan bilginler de vardır, çeşitli ezoterik yorumlar da. Ergun Candan ise bu konuyu Türk Dil Kurumu arşivlerinde karşılaştığı bazı bilgiler ışığında değerlendirmiş. Sonuç oldukça ilginç: Mukataa harflerin  kayıp Mu kıtasının dilinde bir anlam ifade etmesi. Yani, Kuran’da insanlığa kayıp Mu kıtasıyla ilgili bazı hikayelerin anlatılacağının planlanması ancak bunun şifreli bir şekilde verilmesi!      

Sadece mukataa harfler değil elbette, “Kuran-Kerim’in Gizli Öğretisi”nde sure sure ilerleyerek, kıyamet gününden insanın yaradılışına, spiritüel döllenmeden yenidendoğuşa pek çok ilgi çekici ezoterik yorum getirmiş Candan.  

Doğrusu hiçbir zaman anlayamamışımdır batıni, ezoterik ne derseniz deyin, dini inanışlarda kutsal kitaplarda, görünmeyenin ötesini araştıran ve görünmeyenin de ötesinde bir şeyler bulunduğuna inanan insanların, akımların toplum içinde bir tür meczup, yarı-deli olarak tanınmasını. Zira yıllar geçtikçe etkisini kaybetmesinden midir acaba, din dediğimiz olağanüstü hikayelerin, ritüellerin toplum içinde sindirilip farklı seslere kapanması... Bilemem ama bildiğim bir şey var ki bu tür araştırmaların bilakis dine hizmet ettiği, farklı eğitim, kültürden gelen insanları da kendine çektiği. “Kuran-ı Kerim’in Gizli Öğretisi” de işte bu tür çalışmalardan biri kanımca. Zaten yorumlara dayanan İslamiyet dinine dair, onunla temelde çelişmeyen başka bir tür mistik yorum getirmesi... Peygamberin gök katına çıkışını astral seyahat, peygamberlik öncesini inisiyasyon dönemi, ona yol gösteren bilge kişileri de evrenin sırrını çözmüş Melakut tarikatının üyeleri olarak tanımlaması; İbn-i Arabi’nin anlatımlarında bulduğu eski dünya uygarlıkları ve diğerleri... Tıpkı tüm diğer kutsal metinlerde olduğu gibi sembollerle örülü bir kitapla karşı karşıyayız yazara göre, ancak onun rehberliğinde fark edip sırrını çözmeye vakıf olduğumuz hiçbir sembol, hiçbir şifre aslında bize bilmediğimiz yeni bir şey söylemiyor.

İnananlar için tutarlılık ve güven veren bu keşif, ne yazık ki şüphecilerin işine hiç yaramıyor. James Joyce’sun da dediği gibi biz ilerledikçe bizimle dalga geçen işaretlerle sarılıyor hep dört yanımız... 

 

 


 

* James Joyce, Poems a Penny Each

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.