Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Fesat ve düşüncesiz okur!

Kaan Arslanoğlu
İthaki Yayınları

Hiç düşündünüz mü siz hangisisiniz; saf okur mu yoksa düşünceli okur mu? Biliyorsunuz Orhan Pamuk’a göre romancılık hem saf hem de düşünceli olma işi, peki ya roman okuma? Roman okurken karşınızdaki metnin yapaylığını, oluşturulurken ortaya konan teknikleri kafanıza takmıyorsanız eğer, Pamuk’a göre saf okursunuz demektir, bunun tam tersi bir duyarlığa sahip iseniz, yani roman yazılırken kullanılan teknikleri, metnin düşüncelerinize etkilerini ölçüp biçiyorsanız da düşünceli okursunuz. Orhan Pamuk (aslında Schiller’in şairler üzerinden yaptığı bir ayrım bu),  bir yazar ve okur olarak bu ayrımların üzerinde uzun uzun durmuş, aynı anda saf ve düşünceli bir romancı olabilmenin inceliklerini araştırmıştı son çalışmasında. Edebiyat dünyamızda son günlerde yazılıp çizilenleri okurken birden başka bir soru takılıverdi aklıma. Eğer Pamuk haklıysa, ortalıkta saf ve düşünceli örnek okurlar varsa, o zaman buna karşıt olarak fesat ve düşüncesiz okurlar/ yazarlar da olmalı etrafımızda, edebiyat dünyamızda…

 

Aslında bir suçum yok, malum kuşkucu yapım hep bunlara yol açıyor ama beni azmettirenlerde yok değil. Geçtiğimiz günlerde yeni kitabı “Reenkarnasyon Kulübü” yayımlanan Kaan Arslanoğlu’nun mektubu düştü küçük edebiyat gündemimizin içine. Ve bana bu melun, bu kötü niyetli soruyu sordurdu. Arslanoğlu kendi etrafındakilerin eğilimlerinden yola çıkarak sevmedikleri kitapları okuyan, sevmedikleri partilere oy veren, kısacası aslında sevmedikleri hayatları yaşanlara yöneltmişti oku. İnsan sevmediği kitabı niye okur, elinde dolaştırır, onun üzerine konuşur? Kabaca cevap vermeye çalışırken ilk akla gelen fesat ya da düşüncesiz olduğu zannıdır. Hal böyleyse içine bizim de dahil olduğumuz çok büyük bir kitle, fesatlıklar ve düşüncesizlikler içindedir. Yoksa değil midir? Arslanoğlu’nun üzerinden devam edersek, temelde sevmediğimiz şeylerle beslenip aslında beğenmediğimiz kıyafetleri giyip, sevmediğimiz işlerde çalışıp durmaktayız. Kısacası sevmek bir yana pek çoğumuz düşündüğümüz gibi yaşamamaktayız.

 

Zizek, siyasetin kötünün iyisini seçmek demek olmadığını, bu yaklaşımı temelinden sarsmamız gerektiğini söyler. Ancak nasıl? İzleyici olma hastalığına yakalanmış bu çağda, izlenebileceklerin içinden seçim yapmak dışında nasıl hareket edeceğimizi bile bilemiyoruz. Bize sunulan kitapların, edebiyat anlayışının, kültürün, sanatın ve hatta siyasetin izleyicisiyiz sadece. Kanal değiştirmeyi ya da televizyon kapatmayı bir tercih gibi bize sunanlar o kanalların temelde hiç değişmediğini de, televizyonların hiç kapanmadığını da çok iyi biliyorlar. İzleyiciyi edilgenlikten kurtarıp etken kılma, sinema ve tiyatro sanatının uzun yıllardır üzerinde çalıştığı bir iş. Acaba bu iş üzerinde çalışan sanatçılara mı danışmalı, hayatın her alanında bizi gün be gün çürümeye ve hiçliğe götüren tv koltuklarından nasıl kalkmalı?

 

Çıkış yolunu aramaya başlamadan önce sorunun ne olduğunu tespit etmek daha anlamlı. Zira yine Zizek’e göre bir çağ gerçek anlamda bozulmadan, kokuşmadan yıkılamazmış. Önce kokuşmayı görelim… Arslanoğlu şizofrenik yanılmaya işaret ediyor. Tutarlılık arayışına.

 

Kaosta yaşayanlar ilk uzatılan ele sıkı sıkı tutunuyorlar, herkeste bir tutunma telaşı. Edebiyatta da haliyle çoksatanlara... Korkarım sadece okuma anlayışım değil, içim de fesat benim, düzelebilmek için müsaadenizle “Saf ve Düşünceli Romancı”nın sayfalarına bir kez daha dönmeliyim…

Yorumlar

Yorum Gönder


kitabı okumadım.okuyacağımıda sanmıyorum.fakat tanıtımında enver paşa devrimci olrak lanse ediliyor.peki hitlerde devrimci değilmi o zaman.


Yazıda değindiğiniz üzere yıkılması için önce kokuşmasını beklememiz gereken çağı yaşıyoruz bence. Daha fazla nasıl kokuşabilir, nasıl bozulabilir tahayyülü bile ürkütücü.
Hamiş: "...açıyor ama beni azmettirenlerde yok değil." cümlesinde "azmettiren de" kısmında "de" ayrı olacak. Ufak bir gözden kaçma durumu olduğunu tahmin ediyorum lakin günlük hayattaki dil katliamına dahi alışamamışken hiç değilse edebiyat dergilerinde böyle hatalar görmemeyi temenni ediyorum.

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.