Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Kopukluk edebiyatı!

 

Karşımda Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat ve Sabahattin Eyuboğlu. Bir guletin kıç tarafında geniş geniş oturmuşuz. Ara ara denize çevriliyor gözlerimiz, yüzümüzde hafif bir gülümseme. Homeros’tan, çeviri sanatından söz ediyoruz. Sonra ben aniden, öyle dan diye, "Siz faşist misiniz?" diye soruveriyorum, "Şimdilerde sizin için öyle diyorlar." İlk dakikalarda pürüzsüz, süt beyaz bir çarşaf gibi görünen deniz hafif hafif kıpırdanmaya başlıyor. Denizin çırpıntısının sesinden başka ses yok sanki etrafta, dünyada ise bütün bakışlar üzerimde. Yazarların göz bebeklerinin büyüdüğünü görüyorum sanki. Ben de dikiyorum gözlerimi gözlerine, sessizlik içinde. Derken, kocaman bir kahkaha patlıyor, arkası da geliyor. Katıla katıla gülüyorlar, evet. "Bu da nereden çıktı, gerekçen nedir?" diye sormadan gülüyor, gülüyorlar, gülüyoruz. Ve biraz buruk da olsa, hararetli bir tartışmayı beraberce başlatıyoruz.

 

 

 

 

 

"Hem solcu hem hümanist, hem militarist hem de resmi ideoloji savunucusu olarak suçluyoruz biz sizi ve sizin gibileri şimdilerde." diyorum. "Aydınlanmayı, ilerlemeciliği, solculuğu resmi ideolojiyle karıştırdınız, resmi ideolojiye karıştınız. Utandırdınız bizi, hem sarmıyor yazdıklarız artık ve çoğumuz  sizin böyle olduğunuza inandığımız için okumaya bile gerek duymuyoruz. Bizim bugünlerde bir tekneye atlayıp ülke kıyılarını gezen, gezerken de edebiyat- kültür üzerine tartışan, kendi zamanlarına hangi zamanların sızdığını düşünen, buna göre de bir sanat ortamı yaratan insanları, kendi zamanlarında değerlendirmemizin, şu resmi ideoloji denen şeyi kafamızdan atıp, herkese yapıştırmayı bırakıp, herhangi bir sanat, edebiyat ürününü beğenmemizin, ya da en azından tarafsız bir şekilde tartışmamızın imkanı yok. Gerekirse yalan da söylüyoruz kolayca, çarpıtıyoruz gerçekleri. Şimdi diyeceksiniz ki, 'Biz de çok tartıştık bunları, bizim gibi düşünenler de oldu, bizim gibi düşünmeyenler ise başka yaratım ortamları açtılar kendilerine, belki bize kızıp başka şeyler yazdılar,  en azından bu tartışmaların edebiyata, sanata bir katkısı oldu. Sen kafanı takma. Hem biz Cumhuriyet heveslisiydik evet, elimizden alınan dili bırakıp yaratacağımız yeni bir dile inanmıştık, bir kopukluk olmuştu ya, biz en baştan başlamıştık.' "

 

 

 

 

 

Leyla Erbil, Zihin Kuşları’nda ‘Özgün bir Türk edebiyatı var mı?” sorusu üzerine, düşüncelerini şöyle açıklar: “Bu edebiyat, bütünlüğü ve ortak beğenisi sürüp giden, klasikleri olan, yazarlarını piyasaya egemen olmuş eleştirmenlerden bağımsız olarak seçebilen okurlara sahip, okurların gözünden kaçmış yetenekleri olgun ve yapıcı eleştirmenlerin ısrarıyla var edebilen, Rönesans kültürünün birleştirici etkileşimine uğramış bir edebiyat değildir. Bu edebiyat, bireysel denebilecek çabalarla ve karşısına çıkarılan anlamsız zorluklara karşın, kendisine bireysel söylem alanları açabilmiş, sanki yoktan var edilmiş bir edebiyattır(…)Bu edebiyat elbette bir kopukluk edebiyatı olmak zorundaydı. İlkin 1925’lerde Cumhuriyet’in kopmak zorunda olduğu dille, eski yazının kaldırılışıyla ilintiliydi. Gerçi bugün artık bu dil devriminin yetmişinci yıllarındayız ama kendi diline birkaç yüzyıl kopuşsuz olarak evrilmemis bir yazın pek de şanslı sayılamaz.”

 

 

 

 

             Azra Erhat

 

 

 

 

Mavi Yolculukçular, Erbil’in belirttiği gibi, bireysel çabalarla bireysel söylem alanları açabilmiş edebiyatçılarımız arasında görülebilir. Söz konusu kim olursa olsun, iktidara ve resmi ideolojiye yakın durmak onu pisletmekten, verimine gölge düşürmekten başka bir işe yaramıyor. Ama yine de bir küfür gibi, “Cumhuriyet elitleri” olmakla suçladığımız yazarlara karşı bu kadar zalim, bugünün iktidarından açıkça beslenenlere ise böylesine hoşgörülü yaklaşmasak, eleştirmenin ve tartışmanın bir orta yolunu bulsak diyorum.

 

 

 


Deniz çırpıntılı hala, teknenin baş tarafına geçiyorum. Kafamda koca bir şapka, ağzımda bir ot parçası, uzanıyorum boylu boyunca havlunun üzerine,  bu yıl ölümünün kırkıncı yılı, yazar, şair, ressam, botanikçi, çevirmen, kültür rehberi, karikatürist, çocuk kitapları yazarı, grafiker, araştırmacı Halikarnas Balıkçısı’nın Mavi Sürgün’ünü okumaya başlıyorum. İçimde derin bir yaz ve sürgünlük özlemi ile...

 

 

 

 

 

 

(Manşette kullanılan fotoğraf Simon Proulx'a aittir.)

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.