Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Muhteşem fallusun gölgesinde

İsmail Gezgin
Sel Yayıncılık

 

Doç. Dr. İsmail Gezgin, Türkiye’de sosyal bilimler alanında son yıllarda dikkatleri üzerine çeken en önemli bilim insanlarından biri. Kazı alanlarında dolaştığı kadar bilimin sınırlarını zorlaması, bilinçaltının derinliklerinde dolaşmasıyla da meşhur. Çünkü uygarlık tarihi bilincin tarihidir, dolayısıyla da bilinçdışının tarihidir, insan bilinçlendikçe bilinçdışını da oluşturur, diyor. Kültürlenme Sürecinin Mitik Kahramanı Gılgamış, Kırmızı Başlıklı Kız’dan İlk Günah’a Masalların Şifresi, Aynadaki Heredotos gibi nefes kesici çalışmaların yazarı Gezgin, bugüne kadar imza attığı kitaplarda mitoloji, arkeoloji, tarihin psikanalizi ekseninde kurduğu bilimsel-düşünsel çatıyı  Fallusun Arkeolojisi ile taçlandırıyor. Kışkırtıcı, cesur, zihin açıcı, tartışmalara gebe bir çalışma Fallusun Arkeolojisi. O zaman buyrun tarih boyunca bereketle özdeşleştirilen fallusun öyküsüne…

 

 

 

Öncelikle neden fallus diye soralım ve yanıtını hemen verelim. Uygarlık tarihinin başından bu yana hemen her kültürde kesintisiz bir şekilde var olagelmiş fallus. Ve daha da ilginç bir şekilde binlerce yıl önce neye tekabül ediyorsa sembolik olarak, bugün de hemen hemen aynı şeye tekabül etmekte. İnsan-doğa ve insan-kültür ilişkisinde cinselliğin olmazsa olmaz yansımasının baş ürünü olan fallus başlangıçta, feminist eleştirilerin aksine, erkek egemen bir düşünce yapısını işaret etmemektedir henüz. Evet güç ve iktidar yüklüdür ancak, buradaki güç erkeğin gücü değildir daha, erkeğin kadın üzerindeki egemenliğine işaret etmez. Ancak işaret ettiği zamanlar da gelecektir tabii… Burada yine de bir parantez açarak Gezgin’in doğanın insanın bilinçdışında dişil bir kimliğe sahip olduğunu, güce ve iktidara sahip olmak zorunda olmayan kadınların aksine erkeğin mülkiyet adına iktidara muhtaç yapısını vurguladığını söyleyeyim. Paglia’yı anarak erkeğin biyolojik yazgısının getirdiği bu talihsizliğin onu kültürlenme sürecinde motive ettiğini ve ataerkinin temellerini attığını da...  

 

 

 

 

 

 

İki son derece önemli ve tartışmalı yorumda bulunuyor fallusun öyküsü boyunca Gezgin. Birincisi, fallusun insanın doğaya karşı varlık mücadelesinde ürettiği kültürün ve din düşüncesinin omurgasını oluşturduğu. Bazı araştırmacılar tarafından ortaya atılan ve çokça tartışılan anaerkil düzenden ataerkine geçiş düşüncesinin yanlış olduğunu belirtiyor Gezgin, ona göre insanlık başlangıçtan günümüze fallusun yasasının hem oluşturucusu hem de kurbanı sadece. İkincisi ise göç, savaş, ticaret yoluyla kültürler arası iletişimin bir sonucu olarak görülen birbirinin hemen hemen aynısı olan yaratılışa dair dini-mitik inançların aslında insanların birbirlerinden bağımsız olarak ürettikleri, ortak bilinçdışından gelen ortak kavramlarla şekillendiği. Yani aralarında coğrafi ve zamansal olarak hiçbir yakınlık olmayan insan toplulukları farklı zamanlarda ve coğrafyalarda yine hep aynı hikayeleri üretiyor, onlara inanıyor ve kültürlenme sürecine katkıda bulunuyor. 

 

 

 

Evet, sadece insanlığın özgürlüğünü engelleyen biyolojik yazgının sembolü değil fallus. Üreme, çoğalma, var olma… İnsan türünün devamının garantörü o. Onun uğruna özgürlüğünden vazgeçmiş, doğayı terk edip toplumsallaşmanın ve kültürün güvenli evine adım atmış insanlık. Aynı zamanda en temel korkumuz ve travmamız olan ölüme karşı verdiğimiz savaşın da sembolü: “Kültür anneyi/ensesti, cinselliği yasaklar ve sınırlarken aslında Nirvana’yı da yasaklamaktadır, yani ölümü. Kültür ölümün düşmanıdır, yaşamın sembolü ayakta duran fallustur.” Bu bağlamda sanatı ve dili doğuran da fallustur diyebiliriz rahatlıkla. Somut insanın soyut korkularını yatıştıran ürünlerin temelinde yer alır fallus kültü. “O, kültürün doğrudan gösterenidir. Yaşamın gereğinin doğadan kültüre devrinin sembolüdür fallus. İnsanın anlamsız yaşam öyküsünün anlamlanmasıdır. Gerçeğin örtbas edilmesi, gerçeklik ihtiyacının bir sembolle gerçek olmayana sevk edilmesinin sembolüdür. Fallusun, cinselliğin ya da cinselliğe dayalı hazzın kontrol altına alınmasının sembolü olası yeterince garip değil midir? Cinsel organdan kaynaklanan, cinsel olanı kontrolü altına alan, yasaklayan, ama aynı zamanda cinselliği yücelten sembol fallustur. İnsan doğadan kopmakla nevrotik bir kimlik kazanmış ve kendisine uygun bir yaşam aramaya başlamıştır. İşte aradığı yalan dünyayı muhteşem fallusun gölgesinde bulmuştur.”

 

 

 

Muhteşem fallusun gölgesinde, paleolitik, neolitik dönemlerden tarım toplumlarına, paganizmden tek tanrılı dinlere ve modernizme uzanan bir büyük hikaye, insanlığın hikayesi Fallusun Arkeolojisi'nde…   

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.