Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Okunmaması gereken kitaplar listesi 2: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana

Yaşar Kemal
Yapı Kredi Yayınları

 

Yok, Poyraz Musa değil, ben Vasili’yim. Kendi adasında sürgün, kendi hayatına yaban olan Vasili. Devlete, hükümete, topluma, yasaya, ada halkına, velhasıl hayatın cümlesine inat adasını bırakmayan, bırakmayıp da varlığını gölgeye, bedenini ışıkta bile karartıya çeviren Karınca Adalı balıkçı Vasili. Poyraz Musa değil, Vasili’yim çünkü kendi yerime geleni düşman bellesem de, tutup hayata gülümsüyor, keyfi de yerindedir diye onu öldürmekten her gün vazgeçiyorum; nice savaşlar, ölümler görmüş gözlerimi hayata kocaman kocaman açıp ölümü an be an erteleyenim ben; eksik akıllı, yarım akıllı, meczup, saf, naif, aptal Vasiliyim.

 

 

 

Oysa öldüreydim Poyraz Musa’yı, ada belki de sonsuza kadar bana kalacak, güneşin balkısında, “kepezli, yeşil, kırmızı kanatlı, çok sarı, mavi tüylü, düzgün uzun gagalı, parlak, ışık tüylü, kuzgun, kuzgun yeşili, bin kez turuncu, bin kez sütbeyaz” kuşların uçuşunda, denizin ipiltisinde yaşayıp gidecektim bir başıma... Ama içim elvermiyor işte, olacakların önüne geçemiyorum, ben bir zavallı Vasiliyim; elimden geleni ardıma koymuyor ancak adanın, dünyanın, hayatın değişimi karşısında bir soluk gölge olarak yaşamaya devam ediyorum. Taşı, toprağı, denizi, zeytinlikleri, ılgınları, elime bakan bir biçare kediyi kendimden ayırmıyor, kendi biçareliğimle bir görüyorum hepsini. Ben, ben değilim aslında, merkezde değilim, kötülükten başka hiçbir şeyi kendimden bilmiyorum, bir cennet adanın kıyısında öylece duruyor, duruyorum.

 

 

 

 

Kim kahraman yapar, kim kahraman kabul eder beni bu bireysel başarıların göklere çıkarıldığı, herkesin kendi bencil dünyasının kahramanı kabul edildiği bu çağda. Olsa olsa çağ ötesi ya da çağdışı kalmış bir kişi, Yaşar Kemal’in kendisi… Bir zavallı çiçek bile yetiştirmemişken sürdürülebilirlikten, organik tarımdan, perma kültürden falan bahsederken herkesler, kim tutup da sayfalarca, cümlelerce, yüreklerce denizin dalgasını, kelebeklerin geçişini, güneşin yapraklardaki yansımasını, öyle doğa tasvirinin içine sıkıştırmadan, hayatla bir, beraber olarak yazar Yaşar Kemal’den başka. Kim sözü sese çevirir, dili doğaya ait bir şeymiş gibi dillendirir… 

 

 

 

 

Poyraz Musa, beni aramaktadır, biliyorum, Poyraz Musa beni bulamadığı için delirmektedir. Beni bulmadıkça, ‘öteki olarak ben’in yüzüne bakmadıkça, yüzüme bakıp bakıp kendini göremedikçe rahat edemeyecektir, biliyorum. Açtır o insana, bu cennet ada insanla dolsun istemektedir, hayat demek insan demektir onun için, haklıdır da. Buradan zorla ama yine de sessiz bir baş eğişle gidenlerden bir farkı yoktur onun; savaşlardan, sürgünlerden, nice acılardan geçerek gelmiştir.

 

 

 

 

 Aslında tarihimiz de talihimiz de birdir ya, yine de ötekiyizdir işte biz birbirimiz için, dostluk da düşmanlık da tam burada artık fark etmemektedir. Yaşar Kemal’in gönlü elverse, bizi birbirimize buldurmaz, Poyraz Musa’yı adanın tanrısı, allahıyapar, beni de bir yakın düşman, bir gölgeli şeytan olarak tutmaya devam ederdi. Ama elvermeyecek elbette gönlü, bizi birbirimize yoldaş, bizi birbirimize dost yapacak illa ve hayatın ritmini, dünyanın düzenini böylelikle değiştirecek, gerçeği edebiyatın aynasında çarpıtacak illa; yoksa Yaşar Kemal olamaz…

 

 

 

Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana'yı, Bir Ada Hikayesi Dörtlemesi’nin tümünü katiyen okumamak gerekli, evet. Yoksa Yaşar Kemal içinize sonsuz bir doğa- insan sevgisi koyup; tarihe, uluslara, devletlere, savaşlara, göçlere, kırımlara dair toplumsal ve politik bir durugörü sahibi yapabilir sizi maazallah… Bir düşünün iyice, benden, ben gibi biçare bir Vasili’den kahraman yapan, sizlere ne yapmaz… 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.