Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Son modern!

Enis Batur
Sel Yayıncılık

Türk edebiyatının en tutkulu yazın insanlarından biridir dediğim anda aklımıza gelecek ilk isimlerden biridir Enis Batur. Bir okur olarak kendisine baktığımda ucu bucağı yok gibi görünür bana hep. Lakin bir yandan bize sunduğu yazın dünyasıyla müthiş bir zenginlik vaat eder, bir yandan da bu zenginlik içinde okumaya nereden başlayıp nereden devam edeceğimizi bilememekle sınar! Geçtiğimiz günlerde elime geçen bir kitap bu bakımdan içime sular serpti diyebiliriz. Sel Yayınları Batur’un edebiyat ve sanat üzerine yazdığı bütün deneme ve eleştirilerini dört ciltte bir araya getireceğini muştuluyor ve üstelik edebiyat üzerine denemelerin ilk cildini de yayımlıyordu. Eh haliyle Son Modernler, son günlerdeki başucu kitabım oldu.

 

 

Son Modernler, yetmişli yılların ortalarından başlayıp seksenlerin sonuna uzanan bir zaman diliminde yazılmış denemelerden mürekkep. Batur bir yandan nefis edebi okumalar yaparken bir yandan da eleştirinin haline, eleştirinin bilimsellik ve yazınsallık arasında salınan, bocalayan anlatım sorununa değiniyor. Sorunun temelinde eleştirinin, halihazırda varlık nedenini hala kesinleştirmemiş, amacını ve işlevini tartışmasız bir şekilde öne sürmemiş olmaması yatıyor. Ancak dert sadece eleştiriye ait değil, hemen tüm yazınsal türlerin bunalımda olduğu, birer birer ölümlerini ilan ettikleri 20. yüzyıl bitti bitmesine ama takipçisi 21. yüzyılın başı yazın türlerinin yeniden doğuşunu hale müjdeleyemedi. Hal böyle olunca eleştirinin krizi de daha büyük oluyor tabii.

 

“Dünya vardır ve yazar konuşur, işte edebiyat. Eleştirinin konusu çok farklıdır, ‘dünya’ değildir, bir anlatıdır, bir başkasının anlatısıdır. Bir anlatı üzerine anlatıdır eleştiri; bir ilk dil üzerinde kendini deneyen bir ikinci dil, bir üst-dildir” diyen Barthes’ı işaret ediyor bu noktada Batur. Eleştirinin kendisinden önce varolmuş bütün düşünsel kaynakları kullanması, bu üst-dilin oluşumu yolunda bütün insanbilimlerinin bir elden çalışması eleştiriyi nasıl etkiliyor? Bu durumda üst-dil dediğimiz şeyi bilimsel bir söylev olarak alıp eleştiriyi kesinkes yazınsal olarak niteleyenler ortaya çıkıyor. Sonuna kadar tartışıyor Batur, üst-dili, yazınsal ürün olarak eleştiriyi. Türkiye’de eleştirel alanda göze çarpan en büyük bulanıklığın ise tanımlama sorunundan geldiğini ifade ediyor. "Eleştiri", "eleştirel çözümleme", "deneme", "eleştirel deneme" arasında henüz sağlanan bir denge yok. Bu dengesizliğin temelinde ise sezgisel beğeni çıkışlı yorumlama eğilimini, yani kısacası Ataç geleneğinin süregitmesini görüyor yazar.  Ancak burada bir olumsuzlama da yok, bütün bunların Türk yazınında bir "eleştiriye geçiş süreci"ni oluşturduklarını düşünüyor, düşündürtüyor Enis Batur. Ve eleştirinin ne olursa olsun gelinen noktada yazın ile sırt sırta verdiğini, kurmaca ve kuramın birbirlerine gereksindikleri bir dönemden geçtiğimizi işaret ediyor.

 

Kısacası Son Modernler hem Enis Batur’a bir adım daha yaklaşmak hem de eleştiri ve edebiyat üzerine daha derinlemesine düşünmek isteyen okurları mest ediyor. Bir küçük teknik eleştiri, yazarın bu denemeleri kaleme aldığı zamana, denemelerin içeriğine dair okuru bilgilendirecek kısa da olsa kuşbakışı bir sunum ya da sonsöz yok çalışmada. Keşke olsaydı.

 

* Görsel: Kaan Bağcı

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.