Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Tatile çıkma yasağı!

Tatil... Olsa olsa bir yanılsama... İnsanda yaşayacak derman bırakmayan sistem içinde debelenenler için beyhude bir ödül, sadece sistemin kendini gerekçelendiren, kendinin tekrarını garantiye alan sözde bir çıkış noktası, nefeslenme alanı... Tüketim toplumunun üyelerinin yılda bir ya da birkaç kez yerlerinden kalkıp başka yerleri de kendileriyle birlikte sistemli bir şekilde tükettikleri “tatil” denilen şeyin mevsim itibariyle sezonu tamamen açıldı. İğne atsan yere düşmez, çöplüğe dönüştürülmüş sahiller, ömürlerini tatilcileri bekleyerek geçiren, bu açgözlü tüketim çılgınlığından toprakları ve işletmeleri dolayısıyla sebeplenmek isteyen yerli halk, yılda bir ay gelinsin diye iklim-bitki örtüsü-geleneksel mimari hiçe sayılarak yapılmış betonarme bloklarla talan edilmiş dönüm dönüm, hektar hektar alan ve tüm diğer çirkinlikler... Tatilci dediğin, etraftaki her şeyi manasızca beğenen, değerini bilmediği şeylere hesapsızca para ödeyen, her yıl geldiği yer giderek bozulunca da, buralara artık gelinmez, diyerek çekip giden, bir tuhaf insan türü, ki içimizde yaşayan... Üstelik son yapılan araştırmalar, gelişen teknolojinin etkisiyle tatile çıkan insanların, dönüşte daha stresli, daha mutsuz, aileleriyle iyi zaman geçirememiş olduklarını kanıtlar nitelikte. Belli ki ilerde, çalışan kesimin tatile çıkması yasaklanarak hem tatil yöreleri, sayfiye yerleri hem de kendi ruhları koruma altına alınacak. Yerinde bir hareket olur bence...

Tatilin alternatifi ise gezmektir bence. Gezmek, görmediği yerleri görmek, gittiği yerin yapısına, kapısına dokunmadan, onu bozguna uğratmadan, kendi değerlerini dayatmadan gözlemek, bir parça da olsa söz konusu yerin, mekanın ruhunu kavramaya çalışmak. Yoksa sedir ormanlarının farkına varmadan Antalya’da olmanın, 363 güzel evi görmeden Ayvalık’ta yürümenin, Ege’nin belki de en güzel köyü olan Şirince’ye girmeden Selçuk’tan geçmenin, Dalyan deltasında sandalla gezmeden Köyceğiz’i görmenin, ne anlamı olabilir ki? Örneklerimi Ege ve Akdeniz’den vermemin sebebi, buralardaki tatil sezonunun tam ortasında olmamız değil elbette, son birkaç gündür sayfalarını karıştırdığım “Ege ve Akdeniz’de Yapmanız Gereken 101 Şey” adlı kitabın etkisi... “Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey” serisini “İstanbul” ve “Türkiye” kitaplarından biliyorduk. Serinin yazarı Akdoğan Özkan şimdi de “Ege ve Akdeniz” e çevirmiş rotasını ve kalemini. Bu serinin kitapları emir kipinde olması dolayısıyla her şeyden önce okuru rahatsız eden bir üsluba sahipler. Her ne kadar çalışmaktan ve tüketmekten serseme dönenleri “şunu yap, bunu yap” diyerek sarsmak ve kendine getirmek istiyor gibi görünse de yine de okur egosunu sarsıyor ister istemez bu üslup. Ancak bu rahatsız edici üslubu görmezden gelip, kitabın doğa-tarih-insan sever yanına odaklanıp iyi niyetli önerilerine kulak verebilirseniz, tatilin bu çağdaki tek alternatifi “gezmeye” dair iyi bir rehber edinmiş oluyorsunuz.

Aşk-Meşk, Flora-Fauna, Foto safari, Gizem, İnanç, Kültürel rotalar, Macera, Mağaralar, Off-Road, Sualtı, Suüstü ve Tekne keyfi olmak üzere on iki ana bölüme ayırmış çalışmasını Akdoğan Özkan. Okurunu bir milli parkta yaban hayatına karışmaktan bir orkide çeşidini görüntülemeye, bir dağ başında inzivaya çekilmekten tatlı bir çavlanın içinden geçmeye geniş bir yelpazede alternatif keşif gezilerine çağıran kitapta önerilen yerlere dair kısa ama doyurucu bilgiler verilmiş. Özkan’ın önerdiği yerlerde nerede kalınır, nasıl gidilir, kimlerle iletişime geçilir gibi sorular kalmıyor aklınızda, eğer bu kitabın rehberliğini kabul ediyorsanız hedef belirlemeniz, keyfinizi yoklamanız yeterli oluyor.

“Türkiye’nin batı sahilleri yüzlerce yıllık ıssızlığından uyanıp kalabalıklarla buluşuyor. Gelenlerin çok büyük kısmına gezginden çok tüketici demek daha doğru olur.(...) Elinizdeki kitabı batı sahillerimize egemen olan bu anlayışın uzağındaki gezilerinize az da olsa kılavuzluk etmesi için kaleme aldım. Bizleri birer tüketici olmaktan, sahillerimizin ve doğamızın aktivistleri olmaya doğru iten bir sürece bir nebze katkısı olsun diye... Çanakkale’den Anamur’a kadar uzanan coğrafyada, yayılıp yatmak dışında yapılabilecek çok sayıda aktivitenin varlığını hatırlatmak istedim. Bu ülkenin sahip olduğu tarihi, kültürel ve doğal değerleri vicdanımızla da hatırlayalım istedim.”  Akdoğan Özkan’ın bu kitabı hazırlama amacının hedefini bulması, içimizde uyuttuğumuz gezginlerin, doğa-kültür-tarih severlerin, değerbilirlerin uyanmasına yol açması, umuduyla...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.