Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Yazarlar


Merve Fergökçe

1986 yılında Şişli’de doğdum.

Sokaktan habersiz bir kent çocuğu olarak gönderildiğim ana sınıfında, okuma ve yazma ilgimin ilk temellerini atarak okumayı söktüm. Daha sonra bu ilgiyi doğru yönlendirmek gerektiğine karar vererek öğrenim hayatımın ilk yıllarında kendi hikayelerimi yazmaya, hatta kendi hikaye kitaplarımı oluşturmaya başladım.

1996 yılında ilk (ve şimdilik son) kitabım Tekerlekli Sandalye çıktı (BU Yayınları’ndan). Kitabın geliri, bir vakıf aracılığı ile özürlü çocukların eğitimine bağışlandı. Bir anda ortaya çıkıveren “Türkiye’nin en küçük yazarı: Küçük Merve” ünvanı ile 1997 – 98 yılları arasında “Su Kabağı” adında bir radyo programına dahil oldum. Bu çocuk programındaki ekibimizle çeşitli güncel mesajlar vererek, özellikle çevre, eğitim ve bedensel – zihinsel engeller konularında önemli konuklar ağırlayarak çeşitli medya kanallarının da desteği ile (Show Radyo, TRT ve çeşitli gazeteler) pek çok sosyal çalışma yürüttük.

Daha sonra eğitimim sebebiyle çalışmalarıma bir süre ara vererek, yarı zamanlı kısmı İngiltere’de olmak üzere bilgisayar programcılığı eğitimi aldım. Bu sırada yine bazı internet dergilerine kısa öyküler ve fotoğraf altları yazmaya devam ettim. Fotoğrafa olan ilgimi de keşfettiğim bu yıllarda, yazılarımın içinde fotoğraflarımı da kullanarak farklı bir konsept oluşturmaya çalıştım. Aynı zamanda ulusal ve uluslararası fotoğraf yarışmalarına katıldım.

Genel olarak “görünmeyeni görme” felsefesini benimseyerek, kendimi ve çalışmalarımı daima az bilinenin dinamiğinde tutmaya çalıştım.

Tüm Yazıları

“Yeraltı” deyince tam olarak gün yüzüne çıkmamış olanı vurgulayan bir tanım pek de yanlış olmaz: konuşmadıklarımızdan, düşünmediklerimizden, aykırı gördüklerimizden, standart akımın dışında kalan bir yerlerde içten içe kaynayan bir anlatım hatta yakarış ve ilgi çekme biçimi.

Bir toplumda yaşamak, toplumla aynı yöne gitmek hatta toplumun gideceği yönlerin belirlenmesinde rol almak. Bunları “bireyin ve toplumun sağlığı” için yaparken, herşeyin “normal” görünmesini sağlamak, ve –miş gibi davranmak. İşte aslında “günlük hayat” bu.

“Kabullendiğimiz ‘kavramlar kalabalığı’ duyduğumuz, gördüğümüz ya da dokunduğumuz tüm önermelerden çıkıp bizim gerçeklerimizi oluşturuyordu. Gerçekleşenler isteklerimiz ya da düşlerimiz değil, kabullendiğimiz önermelerdi.

Kimse bize ölümün bir yasa değil, bir alışkanlık, bir gelenek olduğundan bahsetmedi.”


İki genç balık birlikte yüzüyorlarmış. Yanlarından geçen yaşlı bir balık başıyla onlara selam verip, “Günaydın çocuklar. Su nasıl?” diye sormuş. Biraz daha yüzdükten sonra genç balıklardan biri diğerine dönmüş ve sormadan duramamış:
“Su da neyin nesi?”

Son zamanlarda sıklıkla duymaya başladık: Ölümden önce hayat var mı?

Öncelikle söze bu “doğaüstü” romanın anlattığı doğaüstü hayvanlardan biri olan karga ile başlayalım. ‘Kafka’, Çek dilinde ‘karga’ demek.

Viktorya İngilteresi. 1874 yılının son günleri. 1875’in beklentisi içinde, Londra’nın sokaklarında Barok tarzı etekler, korseler, şapkalar ve bastonlarla süslenmiş insanların dimdik yürüdüğü, bilindik bir dönem hikayesi...

Ve bu sıradan hikayenin içinde, olmazsa olmaz sıradışı karakterler.
 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.