Yazarlar
Yankı Enki
1980’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Çeşitli kitap ekleri ve edebiyat dergilerinde yazılarıyla yer alıyor. Serbest zamanlı editör olarak çalışıyor.
Tüm Yazıları
Yeraltı edebiyatı hem içeriği hem de biçimiyle çok tartışılan bir tür olmuştur.
Cehennemin dibine kadar yolumuz var! Bu cümleyi bir inceleme yazısında söyletecek yazar olsa olsa Dan Brown olurdu.
Jean-Christophe Grangé bir önceki romanı Sisle Gelen Yolcu’da bizi kahramanımızın benliğinin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor, adeta matruşka gibi sürekli açtığı ve özüne ulaşmaya çalıştığı kahramanının gerilimli macerasını anlatıyordu. Kalın ama sıkıcı olmayan bir romandı bu.
Günümüzde bir kitabı okuyup bitirdikten sonra etkisinde kalmaya devam etmek, okuduklarımızın gerçekliğini düşünmek, gündelik hayatımızın normalde inanmadığımız ayrıntılarını, tesadüf diye geçiştirdiğimiz tuhaflıklarını sorgulamak sıklıkla deneyimlediğimiz bir durum değil. Adı Tekinsiz Kitap olan bir kitapsa bize bunları yaşatabilen bir eser.
Gerçekçi edebiyatın karşısında son iki yüzyıldır büyük bir edebi yer kaplayan, ancak hem gerçekçilerin yukarıdan bakışı hem de ticari kaygıyla üretilen örnekleri nedeniyle ciddiye alınmak için uzun süre beklemek zorunda kalan polisiye, gotik, bilimkurgu ve fantezi edebiyatı gibi türler, özellikle 1980’lerden sonra daha geniş çevrelerce benimsenmeye başladı.
“Benim maceram insanın gizemine varmak içindi,” diyordu Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile yaptığı ve kendini anlattığı yazışmalarında, ancak şunu da ekliyordu: “İçimde biraz da gerçeği arama çabası var.” Gerçeklik ve düşsellik ikilemi, hem Doğu’da hem Batı’da, hem geçmişte hem de günümüzde edebiyatın başa çıkmaya çalıştığı en temel meselelerden biri oldu.
İnişli çıkışlı bir yazarlık geçmişi olan Stephen King, 1999 yılında Yazma Sanatı adlı kitabını yazarken hayatını değiştirecek bir kaza atlattı.
Bir Ballard uzmanı olan akademisyen Jeannette Baxter’ın, yakından tanıdığı bu ünlü yazarla yaptığı röportaj Ballard’ın şu sözleriyle kapanıyordu: “Bugünlerde herkes bir kurban; ebeveynlerin, doktorların, ilaç şirketlerinin, hatta aşkın ta kendisinin kurbanı. Ve nasıl da zevk alıyoruz bundan.
Richard Matheson’ın Ben, Efsane! romanı birçok açıdan tarihe geçmişti. Bu özelliklerinden biri, yazarın vampir edebiyatına getirdiği bilimkurgusal yöndü. Ben, Efsane!’den sonra benzeri çok vampir romanıyla da karşılaşmadık; daha çok, vampir romansı diyebileceğimiz anlatılar doldurdu bu edebiyat türünü.
Bundan yıllar önce, Paris’in ünlü mezarlığı Père-Lachaise’de bir mezarın başındayken, yanıma bir polis arabası yanaştı. Mavi üniformalı polis araçtan indi, ellerini arkasında kavuşturdu ve mezardan uzaklaşana kadar başımda bekledi.