Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


İrem Maro Kırış: Mimarlık, insana empoze edilmemeli


Çabuk unutan, sahip çıkmayan, direkt çıkarı olduğunu düşündüğü yerlerden başka yerde durmayan ‘bana ne’ci bir çoğunluk var. Emek Sineması’na İnci Pastanesi’ne sahip çıkan kültür, en küçük oranda bile iktidarda temsil edilmiyor.

Geride bıraktığımız 2012 senesinde, İstanbul yine en anlamlı, en değerli tarihi yapılarından bazılarını kentsel dönüşüm projelerine kurban etmek zorunda kaldı. Arkasından bakakaldığımız Emek Sineması gibi, İnci Pastanesi de elimizden kayıp gitti. Mimarlık tarihi ve mimarlık kültürü kavramlarında uzman İrem Maro Kırış'la, yeni çıkardığı Uzak Yakın Mimarlık kitabında ele aldığı kentsel dönüşümü, Emek ve İnci'lerin uğradığı hüsran üzerinden tartışırken edebiyatın bu dönüşümde sahip olacağı rolden bahsettik. Bununla da kalmadı, Kırış'ı yakalamışken ona Osmanlı-Türk gezgin yazarlarını da sorduk.

 

 

 

DERYA ATLAS

 

 

*Sizi daha çok Milliyet Sanat'taki yazılarınızdan tanıyoruz... Geçen kasım ayında basılan Uzak Yakın Mimarlık kitabınız ise çeşitli yerlerde yayımlanmış yazılarınızdan oluşuyor. Bu fikir nasıl oluştu, bir ihtiyaç sonucu mu doğdu?

 

 

Kitabı, 2008 yılından başlayarak büyük çoğunluğu Milliyet Sanat’ta, birkaçı da mimarlık dergilerinde yayımlanan ve daha önce yayımlanmamış yazılarım oluşturuyor. Genel olarak kent ve mimarlıkla ilgili konuların kamuoyunun gündeminde eskiye oranla daha fazla yer aldığını görüyoruz. Haber olarak, reklam ve emlak bilgisi olarak ve bazen de uzman ve yorumcular aracılığıyla, farklı niteliklerde önümüze geliyorlar. Ben de ilgi alanımda gördüğüm konularda araştırıp düşünüp yazdıklarımı, güncelliklerini pek yitirmeden, bir arada görmek, mimarlık çevresinden olan ve olmayan okurla iletişim kurmak istedim. İçinde yaşadığım, yolculuklarla gezip gördüğüm, resimlerini çektiğim kentleri, yapıları belgelemiş oldum. Dağa tırmanmak, koşmak, resim yapmak, müzik yapmak ve bunlar gibi binlerce eylem ve yaratma alanı, insanın kendini, birbirini anlama / anlatma biçimleri olabiliyor. Yazmak ve tabii okumak da öyle... 

 

 

 

 

*Pierre Loti'nin Aziyade eserinde İstanbul'un 19. yüzyılın sonlarındaki halini görürüz; sayfaların arasından Tophane sokakları, Galata ve Pera'nın evleri fırlar... Uzak Yakın Mimarlık'ta da sadece mimariyi değil; kentlerin, binaların da tarihini anlatıyor, bir nevi onların sesi oluyorsunuz. Sizce yazılarınızı bu 'tarih anlatıcılığı' eksenine koyabilir miyiz?

 

 

 

Mimarlık tarihi ve kuramla ilgileniyorum, bu konularda ders veriyorum. Dünyaya bakışımda, yazdıklarımda da ister istemez yer alıyor. Kent ve mimarlık, içinde bulunduğumuz bağlam; yaşantılarımızla doğrudan ilintili. Kentte olan bitene, değişimlere duyarlıyım, benim gibi hissedip düşünen başkalarıyla beraber...

 

 

 

 

 

 

 

 

*Kitabınızın en ilgi çekici bölümlerinden biri olan “Başka Kentler Başka Mimarlıklar”da, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Haşim gibi gezgin yazarlarımızın yanı sıra, ilk Türk elçisi 28 Çelebi Mehmet Efendi'nin Paris izlenimlerini ele almışsınız. Ünlü yazar Mark Twain'in de 1860'lı yıllarda İstanbul'a geldiği ve hatta Ayasofya Camisi'den pek etkilenmediği bilinir. Ünlü yazarların gezi anılarını incelemek, o ülkenin ya da kentin mimarisine ne yönden, nasıl bir ışık tutabilir?

 

 

 

Tabii, kent ve mimarlık da başka konuların yanı sıra gezi edebiyatının ilgi alanında... Genel anlamda yazarların gözlem yapmak ve gözlemlerini metne aktarmak konularında duyarlı ve gelişkin kimseler olduğunu düşünürsek, bu, kent ve fiziksel çevre için de geçerli olmalı.

 

 

 

Doktora tezimde Osmanlı-Türk gezgin yazarların ziyaret ettikleri Batı kentlerinde görüp yazdıklarını incelemiştim. Bu yolla erken-Cumhuriyet döneminde biçimlenmeye başlayan modern Türk kentine ve planlama kriterlerine ilişkin zihniyet ve bakış açılarını anlamaya çalışmıştım. Dönemin bir özelliği olarak bu gezginlerin özel nedenleri, özgül koşulları ve belirli bakış açıları vardı. Batı kentinde nerelerde nasıl var oldukları, neleri görüp neleri görmedikleri, neleri beğenip neleri beğenmedikleri, çalışma sonunda ilginç sonuçlar ortaya çıkardı. Tabii burada bir ‘Doğu-Batı’, ‘biz-siz’ olayı da vardı. Kitapta yer alan sözünü ettiğiniz yazı da bu bağlamda Paris üzerine yazılanlardan ilham alıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

*Kitabınızda, başımızın derdi “yenileme projeleri”ne de değiniyorsunuz. AKM ve Emek Sineması'nın değişim projelerinin yanına, geçtiğimiz günlerde olaylı bir şekilde kapatılan İnci Pastanesi de eklendi. Gürültü patırtı kopsa da, sanki bu yıkımlar geçici hafızamıza işleniyor. Türkiye'de nereye baksak, bir bellek sorunu var sanki. Bellek sorunu, bir kültürde, aslında neye işaret eder?

 

 

İnci Pastanesi, Emek’in de içinde olduğu Cercle D’Orient bloğunda yer aldığı için kapatıldı biliyorsunuz. Aynı projeye dahil. Cercle D’Orient binasını yok edebileceklerini sanmam zira koruma altında sözüm ona. Ama Demirören’e benzer bir hale getirilmesi olası tabii. Sinemayı üst katlara yerleştirmek gibi bir karar da olduğuna göre. Beyoğlu, Nişantaşı gibi merkezi yerlerde rant odaklı projeler yoğunlaşıyor. Uzun süredir boş ve bakımsız halde duran tarihsel değer atfettiğimiz yapılar da bu durumdan nasibini alıyor ne yazık ki. Kentsel değişim ve mimarlık, insanlara empoze edilmemeli ama ediliyor. Çabuk unutan, sahip çıkmayan, direkt çıkarı olduğunu düşündüğü yerlerden başka yerde durmayan ‘bana ne’ci bir çoğunluk var. Onlara yaslanan, onlardan destek alan politikalar uygulanıyor. Emek Sineması’na İnci Pastanesi’ne sahip çıkan kültür, en küçük oranda bile iktidarda temsil edilmiyor. Bu projenin bu kadar tepkiye karşın gerçekleştirilmesinden alınması gereken dersler var,  böyle düşünüyorum. 


 

 

 

 

 

 

 

*Bu şekilde kültür mekanlarının devre dışı kalmasıyla, toplumsal belleğimiz şekilleniyor; özellikle sosyal medyanın yardımı sayesinde bu mekanların önemini unutmamaya çalışıyoruz ama bu yıkımlar şimdi bitmeyeceği gibi, ileride üstüne yenileri de eklenecek. Unutmamayı, toplumsal belleğimizi tutmayı nasıl başarabiliriz? Sanat, mesela edebiyat bunu başarabilir mi?

 

 

 

Fiziksel çevrenin, kentlerin, yapıların değişimi kaçınılmaz. Tarihsel yapıların değişmesi ve kaybedilmesi de bu olgunun bir parçası. Ama elbette neyi koruyup neyi korumayacağımızı bilgili ve bilinçli olarak seçmeliyiz. Devamlılığı olan, iktidarlarla değişmeyen politikalar oluşturulmalı ve izlenmeli diye düşünüyorum. Bu mekanizma varmış gibi görünüyor ama yok ya da iyi işlemiyor. Toplumsal, fiziksel, tarihsel değerler yüklediğimiz yapı ve alanların belgelenmesi, seçilerek korunması önemli. Ve elbette görsel sanatlar yoluyla, edebiyat yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılanlar pek çok. Sanatın bu anlamda taşıdıkları çok değerli...

 

 

 

 

 


 

 

 

 

İrem Maro Kırış kimdir?

 

 

 

İrem Maro Kırış, Robert Kolej'de ortaokul ve lise öğrenimini tamamladıktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'ni bitirdi (1984). Yüksek lisans eğitimini yine İTÜ'de, Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Bölümü'nde, “Tarih İçinde Tarabya'nın Gelişimi” adlı tezini hazırlayarak tamamladı (1987). Aynı yıllarda mimarlıkla ilgili ansiklopedi ve süreli yayınlar için danışmanlık ve yazarlık yaptı. Yıldız Teknik Üniversite'sinde Mimarlık Tarihi ve Kuram Bölümü'nde, “Türkiye'de Kentsel İmgelemin Gelişimi: Erken Cumhuriyet Metinlerinde 'Batı' Kenti” adlı doktora tezini 2007'de tamamlayarak doktor ve yardımcı doçent ünvanları aldı.

 

 

2000 yılından bu yana akademisyen olarak çalışmakta; 2004-2005 öğretim yılından beri de Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde görev yapmaktadır. Mimarlık tarihi ve kuramı ekseninde çalışmalarını sürdüren Kırış'ın kentsel gelişim, tasarım eğitimi, mimarlık kültürü, iletişim konularında akademik makaleleri ile mimarlık ve sanat dergilerinde yayımlanan yazıları vardır.

 

 




Toplam oy: 1247

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.