Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Nermin Yıldırım ile söyleşi: Edebiyat ve başka hayatlara bakabilmek


Nermin Yıldırım ile söyleşi:

Edebiyat ve başka hayatlara bakabilmek


ECE KARAAĞAÇ

 

Edebiyatımızın “konar-göçer” yazarlarından biri Nermin Yıldırım. Yıl içinde birçok farklı rotaya seyahat etse de, çoğunlukla evi bellediği iki kent -İstanbul ve Barselona- arasında mekik dokuyor. Nermin Yıldırım’la İstanbul’u, Barselona’yı ve bir konar-göçerin edebiyatını konuştuk.

Katılırız katılmayız ama, Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönüşüdür, sözünü hepimiz duymuşuzdur. Sizce bunu Barselona ve İstanbul’a uyarlayabilir miyiz?


Bir şehri ev, öbürünü misafirlik gibi görürseniz, bu iki durumdan biri kaçınılmaz olur. Dönmek, çok tortulu, hayal kırıklığına açık, ağır, biraz da imkansız bir şey. Ben dönmekten ziyade bir yerden diğerine, hani Virginia Woolf’un da dediği gibi, hafif adımlarla geçmeye çalışanlardanım. Tadında bırakmak diye bir şey var; sevgilisinden ayrılmak için bile ondan nefret etmeyi beklememeli insan. Şehirlerle ilişkimi de böyle kuruyorum. İki şehirden de hep severek ayrılmayı seçtiğim için biletlerimi her zaman tek yön alıyorum. Diğer şehri özlemeye başlayınca gidiyorum. Böylece her yerde sevdiğim ve istediğim için kalmış oluyorum. Kendimi mecbur hissetmemek, sevdiğim şeylerle, insanlarla, mekanlarla arama zaruretler, yükler sokmadan, hayatla flört ederek yaşayabilmek benim için önemli. Öyle olunca da hiçbir yerden kaçarak ayrılmıyorsunuz ama her yere koşarak gidiyorsunuz.

Peki merceğimizi biraz genişletip ve hatta edebiyatın da dışına çıkarak düşünürsek; İstanbul’daki hayatınızın bir parçası olan ama Barselona’da bulamadığınız bir şey var mı? Ya da tam tersi...


Barselona’da geçmişimi bulamıyorum. İstanbul’da da gelecek biraz bulanık gibi. Ama değişir bu duygular. Her şey değişir.

Bir tür gönüllü göçmenlik yaşıyorsunuz aslında. Şimdilerde İspanya’da yerleşiksiniz, hatta epey bir zaman oldu bildiğim kadarıyla. Bu durum bir aidiyet kaygısı yaratıyor mu? Kendinizi hangi toprağa ya da hangi dile ait görüyorsunuz?


Çocukluğu, ergenliği, ilkgençliği bir şehirden öbürüne göçerek geçmiş biriyim. Üniversiteye gelene kadar hiçbir yerde birkaç seneden fazla kalamadım. En uzun yerleşikliğim üniversite sonrasında taşındığım İstanbul’da oldu. Velhasıl, bir aidiyet problemi oluştuysa bile kökü daha eskidir herhalde. İstanbul’dan sonra en uzun yaşadığım yer Barselona ama hayatım hâlâ oradan oraya, seferi halde geçiyor. Geçen yılın toplamda dört buçuk ayını evimde geçirmişim.  Bu durumdan yakınmıyorum, alışık olduğum düzen bu zaten. Gittiğim her yere hızla alışırım, kendimi oranın parçası gibi hissetmeyi beceririm. Ama sanırım ancak “gibi hissetmeyi” beceriyorum. Gerçi insan doğduğu yerde bile en fazla o kadarını hissediyor. Aidiyet toprakla ilgili bir şey değil.

Dile gelince, o insanın esas vatanı işte. Pek çok şey olmadan yaşayabilirim ama uzun süre Türkçe duymamak, konuşmamak beni mutsuz ediyor. Hastalığa benzeyen bir mutsuzluk bu. Bu yüzden çok sık geliyorum zaten. Ait olduğum yer geçmişim, geçmişim ülkem. Ama her şeyden evvel dilim. Rüyalarımı Türkçe görüyorum, hayallerimi Türkçe kuruyorum.

Peki uzun zaman Türkiye’den ve Türkçeden ayrı düştüğünüz hallerde Türkçenizde bir körelme, bir erozyon yaşadığınız oldu mu hiç? Bununla nasıl baş ettiniz?


Kitaplar aramıza mesafe girmesini engelliyor. Türkçe konuşamadığım zamanlarda bol bol okuyorum zira. Ama mesela Barselona’ya taşındığımda, ilk dokuz ay gelmemiştim. Memleketten en uzun süreli uzak kalışım da odur. Aslında çok da uzun bir zaman değil ama o dönemin sonlarına doğru Türkçe duyamadığım ve konuşamadığım için epey kötü hissettiğimi, kitapları kendi kendime yüksek sesle okuduğumu filan hatırlıyorum. Dokuz ayın sonunda İstanbul’a geldiğimde dünyanın en geveze insanıydım. Eşimi dostumu esir alıp saatlerce konuşuyordum. Fakat dediğim gibi bir daha hiç o kadar uzun süre uzak kalmadım.


Tabii düne kadar kendi memleketinde ferah fahur yaşarken, birden bire mülteciye dönüşenlerin, sırf hayatta kalabilmek için çok zor şarlarda meçhule yol alanların, memleketinden ve dilinden mecburen uzak kalanların, istediği halde dönemeyenlerin ve belki de hiç dönemeyecek olanların durumunu düşününce kendim için yakınacak değilim elbette.

İstanbul’da geçmiş yaşantıların izleri hızla siliniyor. Örneğin bir Tanzimat dönemi romanında bahsedilen yerleri arayıp bulmak neredeyse imkansız artık. Peki Barselona’da edebiyatın izleri hâlâ göz önünde mi ve edebiyatın izlerinin peşine düşmek isteyen bir okur hangi rotayı izlemeli?


Geçen sene yazılan romanlardaki yerleri bile arayıp bulmakta zorlanıyoruz. Şimdilerde İstiklal Caddesi’nin değişiminden bahsediliyor ama bu ani bir değişim değil. Özellikle son on yılda pek çok şey kentin kültürünü, tarihini hiçe sayan bir hızla değişti. Geçmişimizin izleri silindi. Dünyanın her yerinde yaşanıyor bu ama İstanbul’daki değişim maalesef insanın kalbini kıracak kadar agresif. Barselona da özellikle çok turistik bir şehir olması hasebiyle kentsel dönüşümden nasibini almış fakat gene de İstanbul’a kıyasla daha iyi durumda olduğunu söyleyebiliriz. Evet, romanların izini hâlâ sürebilirsiniz Barselona’da. Mesela edebi anlamda en meşhur meydanlarından biri, Katalancanın en önemli romancılarından Mercè Rodoreda'nın La Plaça del Diamant romanına ismini veren Del Diamant Meydanı. Buranın yerine toplu konut ya da AVM dikileceğini sanmıyorum. Gracia bölgesindeki bu meydanda edebiyatseverler için şehirde romanlardan hareketle özel Mercè Rodoreda turları yapılıyor. Bu şekilde yazarın eserlerinde geçen parkları, bahçeleri, pazar yerlerini, kafeleri gezmek ve kahramanların izini sürmek mümkün.


Sonra, İç Savaş döneminde gazeteci olarak geldiği şehirde, habercilikten fazlasını yapması gerektiğine kanaat getirip cumhuriyetçi kanatta savaşa katılmış ve sonradan izlenimlerini bir roman olarak kaleme almış olan Orwell'ın anısını yaşatmak için yazarın adının verildiği bir de  George Orwell Meydanı var. Şehirlerin vefa borcunu ödemesine güzel örnekler bunlar.

Bu rotaları takip etmek isteyen bir okur, çantasından hangi kitapları eksik etmemeli?


George Orwell'ın Katalonya'ya Selam’ı bir anlamda turistik bir pakete dönüşmeye başlayan Barselona’nın farklı bir yüzünü adımlayabilmek için çantaya atılmalı. İç Savaş döneminde gerçekleştirilen o kısa süreli anarşist devrim hakkında bir şeyler öğrenerek, bugün şehrin en kalabalık ve turistik caddesi olan Las Ramblas'yı, seneler evvel cepheye gitmek üzere hazırlanmış milis grupların devrim marşları ve alkışlar eşliğinde geçit töreni yaptığı, balkonlarından kırmızı siyah bayrakların sarktığı bambaşka bir yer olarak hayal edebilmek için. Şehri roman kahramanlarıyla birlikte adımlamak için Eduardo Mendoza'nın Barselona'da geçen, şehri ve kültürünü de anlatan Mucizeler Kenti, Gurb'dan Haber Yok gibi romanları da okunabilir. Barselona kültürünü “içeriden” bir gözle yansıtan romancılardan Juan Marsé, Carlos Ruiz Zafón da çantada yer almalı. Barselona ile ilgisi yok ama bu listeye Aslı Erdoğan’ın bütün kitaplarını da eklemek istiyorum. Çünkü kendisi bir yazardır. Çok da iyi bir yazardır.

 



Zayıf
Toplam oy: 925

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.