Eleştiri Arşivi
Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
Bir metin/heykel/resim/sinema filmi/tiyatro oyunu üzerine düşünmek, bu düşünmeyi bir metne dönüştürmek nasıl bir süreci göz önüne almak demek? Bu süreci yazıya dökerken, dökme hali için kelimeler her zaman yeterli olur mu? Bunu bir başka şekilde anlatmak mümkün mü? Cem İleri'nin E Evi'ni okurken bu sorular kafamın bir köşesinde hep dönüp durdu.
//php print_r ($fields); ?>
Müzik ruhun gıdasıdır. Tıpkı edebiyat gibi. Bu iki kadim sanat, yüzlerce yıllık birlikteliklerini günümüze kadar başarıyla sürdürmüşler, insanların ruhsal gelişimlerine katkıda bulunmuşlardır. Sanatçılar, hangi dalda üretim yaparlarsa yapsınlar, sonunda hep bu iki sanatın insan üzerinde yaptığı etkileri, üretimlerinde temel unsur olarak kullanmışlardır.
//php print_r ($fields); ?>
Belirli bir yaş grubunu ana okur kitlesi olarak ele alan kitaplar, gerek dünyada gerek ülkemizde halen pek dikkate alınmıyor. Daha doğrusu edebiyatın, kitapların yalnızca yetişkinler için yapılanı ciddiye alınıyor.
//php print_r ($fields); ?>
Amerikalı çok sayıda müzisyen, şarkıcı ve söz yazarının edebiyat dünyasına giriş yaptığını ve bu dünyada tutunarak üretmeye devam ettiğini görüyoruz. Örneğin punk rock kraliçesi olarak kabul edilen Patti Smith, yeni yayımlanan beşinci kitabı Year of The Monkey ile edebi alanda daha anlatacak çok hikâyesi olduğunu kanıtlayanlardan.
//php print_r ($fields); ?>
İnsan bazen, aklını bulandıran, onu belki bir kıyıya belki bir uçurumun kenarına iten kitaplarla karşılaşır. Bu hayatta pek az olan bir şeydir. İnsan kitap elinde, itilip kaldığı yerden dünyaya bakakalır. Okuduğu satırların aralarına sıkışır, ağırlığı fark edilmeyen bir kitabın altında kalır. Boğazda bir yumru aynaya bakmaktan korkmaktır bazı kitaplar.
//php print_r ($fields); ?>
Bir edebi metni kaleme alırken daha önce hiç yazılmamış gibi davranma lüksümüz yok. Okuduğumuz, okumadığımız, açık veya gizli hayranlık duyduğumuz yahut hafife aldığımız, nefret ettiğimiz pek çok metin sayesinde veya onlara rağmen yazıyoruz kaleme aldıklarımızı. Zira boş kâğıda yazarken boş kafayla da yazarsak ortaya çıkan ürünün edebi kalitesinde ister istemez bir yavanlık bulunabilir.
//php print_r ($fields); ?>
Öyle romanlar vardır ki, etraflarına bir koza örercesine kendi “gerçeklik” efsanelerini yaratırlar. Sonrasında ne yaparsanız yapın bir daha o efsaneyi yıkamazsınız. İlk olarak 1954’te basılan ve bence William Golding’in aldığı Nobel’in esas sebebi olan Sineklerin Tanrısı da bu “gerçekten daha gerçek” olduğu kanısıyla sevilen ve hak ettiğinden daha çok okunan romanlardan biri.
//php print_r ($fields); ?>
Televizyonlarda yemek programları revaçta. Sadece yemesini değil, izlemesini de seviyoruz vesselam. Sadece televizyonlar mı? Sosyal medya üzerinde yemek yapanların ciddi takipçi kitleleri var. İnternet kocaman bir yemek tarifleri kitabına dönüşmüş durumda. Peki bu kadar çok kaynak varken neden hala yemek kitapları yazılır? Şikayetçi olduğumu sanmayım.
//php print_r ($fields); ?>
Tarihçi Ahmet Refik, 1918'de yazdığı yolculuk günlüğüne Hatıralar ve Tahassüsler adını verir. Bizde, edebi bir form olarak günlük tutmanın, biraz daha şekil değiştirerek deneme yazmanın tarihi pek gerilere gitmez. Edebiyat tarihimizde de bu yolu tutanların sayıca az oluşunda üzülüp eseflenecek pek çok şey vardır.
//php print_r ($fields); ?>
Eleştirmenlerce Borges, Bioy Casares ve Cortazar’ın öncülük ettiği edebi geleneği sürdürdüğü kabul edilen Arjantinli yazar Mariana Enriquez’in on iki öyküden oluşan kitabı Yangında Kaybettiklerimiz, geçtiğimiz günlerde Türkçede de yayımlandı.