Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Arthur Schnitzler/ Ölüler Susar




Toplam oy: 121
Alman dilinin en güçlü öykücülerinden biri olan Arthur Schnitzler, erken dönemde bilinç akışı tekniğini, iç monolog anlatım imkânını ustalıkla kullanmış, derinlikli öyküler ortaya koymuştur. Ölüler Susar’daki öykülerini tam da insanın seçim yapmak zorunda kaldığı kritik durumlar üzerine kurar.

Arthur Schnitzler (1862-1931) ülkemizde az tanınmasına rağmen Alman dilinin en güçlü öykücülerinden biridir. Erken dönemde bilinç akışı tekniğini, iç monolog anlatım imkânını ustalıkla kullanan yazar, aşk ve ölüm üzerine derinlikli öyküler ortaya koyarken özellikle XIX. yüzyıl sonu Avrupa ve Viyana’nın çöküş dönemini belgelemiştir. O, ağır aşk yaralarını, çıkışsız travmatik duyguları, özellikle insanların düşüş ânlarını anlatmayı seçer. Hep bir parçalanmanın, dağılmanın öyküsünü, bu ayrılıkların, kopmaların arka planlarını yazar.

 

Schnitzler’in yaşadığı dönem, insanın iç dünyasının tıp adamlarının da artık daha çok ilgisini çektiği bir dönemdir. İnsanın iç dünyasındaki olup bitenler, gelgitler, değişimler tıp adamlarının bilimsel çalışmalarına yansımaya başlar. Çok yönlü ve değişken insanın psikolojik yapısı tıp disiplini ile çözülmeye çalışılmaktadır. Bir edebiyatçı ve doktor olan Arthur Schnitzler bu değişimden etkilenir ve insanın iç dünyasındaki değişimleri edebiyatında değerlendirir. Özellikle Freud ile dostluğunun bir yansıması olarak ruh çözümlemelerini öykülerinde ağırlıklı olarak gündeme getirir. Asıl mesleğinin doktorluk olması, ruh bilimleri ilgisi onun öykülerine yansımıştır. Kahramanların iç dünyalarını ve psikolojik durumlarını derinlikle işler. Freud, Schnitzler’e yazdığı bir mektupta, “Sizin önsezilerinizin gücü ve duygusal gözlemlerinizin güncelliği sayesinde izlenimlerim zenginleşti; bunlar diğer insanlar üzerinde yorucu çalışmalar sonucu elde edebildiğimden çok daha fazlaydı,” diye itiraf eder.

 

İKİ YÜZLÜ ÖYKÜLER

 

Ölüler Susar’daki öykülerini tam da insanın seçim yapmak zorunda kaldığı kritik durumlar üzerine kurar. İnsanın hayatında öyle anları vardır ki yaptığı bir seçim hem geçmiş hayatını ve duygularını hem de geleceğini belirleyecektir. Schnitzler bu anlarda insanın nasıl kendini koruyan bir yaratık olduğunu örnekler. Büyük olay, büyük durum, büyük duygu olarak yüceltilen hâllerde aslında insanın nasıl zavallı, nasıl küçük ve acınası davranabildiğini hikâyeleştirir. Bu anlamda ikiyüzlülük tüm öykülerin merkezindedir. Aşk, büyük insanlık ideali gibi yüceltmeler karşısında sınanan insanlar hep kendi çıkarlarını düşünür ve kaybederler. İnsanlar duyguların değil, gerçeklerin esiridir. Bu da onları hep ikiyüzlü davranmaya zorlar. İnsan yaptığı her yanlışa bir teselli bir mazeret bulmakta ustadır. Bu anlamda akıl sahibidir. Akıl ve duygu çatışmasında akıl hep öne geçer. Schnitzler öykülerinde insanın karanlık ve derinlerde yatıp izah etmediği, edemediği duygularını açık yüreklilikle gözler önüne serer: “O en güzel, en yüce duygular dediğimiz şeyler, mantık keskinliği içinde temeline inmeye kalktığınızda nasıl da zavallı şeylerdir!”

 

Sanat ve yaratım sorunu Schnitzler’in öykülerinde işlediği ana temalardan biridir. Edebiyat, sanat ortamı, eleştirmenler, halkın ilgisi bu öykülerde gündeme getirilerek, sanat ve sanatçının dramı irdelenir. “Şahane Bir Melodi” onun sanat algısı/ yaratıcılık üzerine yazdığı emsalsiz öykülerinden biridir. Genç bir bestekâr balkonda otururken, içinden geldiği gibi kimi notaları kâğıda aktarmaktadır. Bir süre sonra bir rüzgâr o kâğıdı uçurur ve ormana doğru yol alır. Bunu bir başka genç bestekâr bulur. Eve gelip bunu piyanoda çalar ve kendisine mal eder. Bir anda dünya çapında ünlü olur. Artık sadece bu genç yetenek konuşulmaktadır. Ancak arkası gelmez. Çünkü bir başkasının eseri üzerinden meşhur olmuştur.

 

Bu bestenin gerçek yaratıcısı ise bir türlü bunu piyanoda çalamaz. Sonunda öğretmeninin çalmasını ister. Bu besteyi dinlerken kendinden geçer ve ancak “Harikulade bir melodi!” diyebilir. Öykü, yaratma anı ile sanatçı arasındaki mesafenin izahı ve sanatçı taklidi üzerine derin bir tespiti içerir. “Dostum Ypsilon” öyküsü, sanat ve yaratım üzerine bir başka güzel öyküdür. Yazdığı bir öykünün karakterini öldürmek zorunda kalınca intihar eden öykücünün dramatik hikâyesinde, yarattığı karakterle özdeşlenen, hayal gücünün esiri yazar gündeme getirilir. “Bir Dâhinin Öyküsü” bir kelebek üzerinden, bir dâhinin serüveni metaforik olarak anlatılır. Bir dâhi, pek çok sorunla, yoksunluklarla karşılaşır, saldırılara maruz kalır, yol açıcıdır, önden gidip yol gösterir. Öyküdeki kelebek ve yaratıcı sanatçı örtüşmesi oldukça başarılıdır. “Prenses Tiyatroda” öyküsünde ise, Prensesin geldiği bir konserde bir flütçünün ölmesi üzerine konserin iptalinden korkan organizatörler bu ölümü Prensesten gizlerler. Çünkü ölen kimse önemsiz, yalnız biridir. Sanatçıya gösterilen değerbilmezlik eleştirilir.

 

İLK BİLİNÇ AKIŞI TEKNİĞİ

 

“Teğmen Gustl” öyküsü, kendisine hakaret eden ama bu hakaret karşısında fırıncıya hiçbir şey yapamayan teğmenin bunu onur sorunu yaparak intihara karar vermesini konu edinir. Teğmen Gustl, öyküde bir yandan da subayların yetiştirilme şartlarını eleştirmektedir. Schnitzler’in en bilinen öyküsü olan bu öyküde bilinç akışı tekniği kullanılır. Alman edebiyat tarihçilerine göre bu öykü birinci tekil şahıs ağzından ilk bilinç akışı tekniği ile yazılmış Almanca öykü olarak anılır. Teğmen uğradığı hakaret sonrası iç konuşmalarla ve bilincinde akan duygu ve durumlarla hikâyesini aktarır. Öykünün bir yerinde “kendi kendime bir öykü anlatıyorum sanki” denilerek öykü tekniği izah edilir. Schnitzler, bu öyküde ruhsal konumların gelgitlerini, insan onurunun insana neler yaptırabileceğini, iç monolog tekniğini kullanarak ustalıkla yansıtır.

 

Onun kahramanları kalabalıkların yürüyüşüne bir türlü ayak uyduramayan tipik tutunamamışlardır. Çevrelerine kırgın, kızgın ve küskündürler. Dışarıda insanın mutsuzluğunu çoğaltan bir düzenek vardır. Her şeyin farkına varmış bir insanın mutlu olması düşünülemez. Farkındalık, mutsuzluğu, yalnızlığı, hüznü getirir. Birey hep geçmişe bakar. Orada ise hep bir boşluk vardır. En derin boşluğu aşklar, evlilikler oluşturur. Çünkü aşklar hüsranla sonuçlanmıştır. Kavuşma asla gerçekleşmemiştir. Bu kavuşamamanın adı konmuş bir nedeni de yoktur. Anlatıcı bu konumlarda kendisiyle yüzleşir, günah çıkarır, etrafı, çevreyi yorumlar, düşüncelerini test eder. Bu yüz leşme; ya eşyaya/ olaya ilişkin bir memnuniyetsizlik, çıkışsızlık olarak ya da bir tutkunun dışa vurumu şeklinde var olur.

 

Ölüler Susar’da, yaşadığı dönemin politik, toplumsal ve bireysel eleştirisini yapan Arthur Schnitzler, insan ruhunun derinliklerine inerek, uçurumun kıyısındaki insanın hesaplaşmalarını gündeme getirir. Öykülerde sosyal meselelerin insan üzerindeki etkilerini yansıtırken rahatsız edici mesaj zorlaması görülmez, küçük ayrıntılarla meselesini aktarma peşindedir. Düşünce yönü ön planda olan bir öykü evreni kurmakla birlikte, estetik yapıyı görmezlikten gelmez.

 

 

ÖLÜLER SUSAR
Arthur Schnitzler

ÇEV: Süreyya Güran
CEM YAYINLARI

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.