Cannes deyince akla auteur sineması gelir. Yani senaryolarını bir edebi kaynağa dayandırmadan kendisi yazan, tamamen biricik, kendine özgü bir dünyası ya da vizyonu olan yönetmenler yarışır Cannes’da. Terrence Malick, Apichatpong Weerasethakul, Michael Haneke, Yılmaz Güney ve Michelangelo Antonioni gibi auteurler hep bu ilkeye uyar. Cannes’ın son 15 yılında yalnızca iki Altın Palmiyeli filmin kaynağında birer edebiyat eseri vardı: Laurent Cantet’nin Sınıf'ı (2008) ve Roman Polanski’nin Piyanist'i (2002). Son 15 yıl içindeki diğer bütün Cannes birincisi filmler özgün senaryolardan yola çıkılarak yapılmış. Bu filmler içinde yönetmenin senaryoyu kendisinin yazmadığı tek istisna ise Ken Loach’un yönettiği Özgürlük Rüzgarı'nı (2006) Paul Laverty yazmıştı, diğer bütün Altın Palmiyeli filmlerin altında yönetmenin kendi imzası var.
Bu yıl başlangıçta edebiyat uyarlamalarının şanslı olacağı bir yıl gibi görünüyordu. Jack Kerouac’in Yolda'sını Brezilyalı yönetmen Walter Salles çevirmişti. Yolda'nın oyuncuları arasında genç kuşağın en parlak yıldızlarından Kristen Stewart, bir önceki sene Cannes’da en iyi kadın oyuncu seçilen Kirsten Dunst ve Viggo Mortensen gibi isimler vardı. Kitabın asıl kahramanları Dean Moriarity (gerçek hayatta Neal Cassady) ile Sal Paradise’ı (gerçek hayatta Jack Kerouac) sırasıyla Garret Hedlund ve Sam Riley canlandırmıştı. Fakat film bekleneni veremedi. Bazı sahneleri çok erotik olsa ve de Dean ve Sal’in 'küçük çaresizlikleri'ni anlatabilse de film, vasatın üzerine geçemedi. Motosiklet Günlükleri'nde Che Guevara’yı Güney Amerika yolculuğu sırasında anlatmıştı Salles. Yolda ile bu kez Beat kuşağının asilerinin ABD içindeki yolculuğuna eşlik eden yönetmen, başkaldıranlar ve isyan temasını üçleyecek mi diye merak da etmiyor değil insan.
David Cronenberg’in Don DeLillo’nun 2003 tarihli kitabından uyarladığı Kozmopolis de çok büyük beklenti yaratmıştı. Bu kez başrolde Alacakaranlık serisiyle ünlenen bir diğer oyuncu, Robert Pattinson vardı. Film, kapitalizmin büyük bir kriz yaşadığı bir dönemde, ultra zengin genç bir yatırımcının, çoğu bir limuzin içinde geçen bir gününü anlatıyordu. Bir başka roman uyarlaması da Lee Daniels’in yönettiği Kağıt Çocuk'tu (Paperboy). Pete Dexter’in 1969’un Florida’sında geçen romanından uyarlanan filmin başrolünde Nicole Kidman vardı. John Hillcoat’ın yönettiği Yasadışı'nın senaryosunu ünlü rockçı Nick Cave ile oyuncu Shia LaBeouf, Matt Bondurant’ın Dünyanın En Islak Kasabası (The Wettest County in the World) adlı kitabından uyarlamıştı. Ana yarışmadaki bir başka edebiyat uyarlaması da Jacques Audiard’dan geldi: Pas ve Kemik, Craig Davidson’ın aynı adlı kısa hikayeler derlemesinden uyarlanmıştı.
Bu kadar çok edebiyat uyarlamasının ana yarışmada yer alması, Cannes’da auteur çağı kapanıyor mu gibi sorulara da yol açtı. Sight&Sound dergisinin editörü, edebiyat uyarlamalarının daha çok ticari kaygılarla yapıldığını, uyarlama senaryolara dayanan filmlerin, edebiyat eserini bilen hazır bir kitleye konduğunu ve uyarlamaların “daha düşük bir sinema biçimine” hizmet ettiğini iddia etti. Ödüllerin dağılımına bakacak olursak Cannes jürisi Nick James’e hak veriyordu. Sözünü ettiğimiz edebiyat uyarlamalarının hiçbiri bir ödül kazanmadı. Ve bilinen bir slogan yeniden doğrulandı: “İyi edebiyattan iyi sinema olmaz!”
Yeni yorum gönder