Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

AVM çölünden vaha manzaraları




Toplam oy: 1406
“Çakma bir medeniyette yarı uyanığız.” “Fake Empire”, The National

GİRİŞ

Sokaktan yalıtılmış, şehirden koparılmış, gerçeklikten arındırılmış bir kütle olarak karşında yükseliyor alışveriş merkezi. Üretimin hâkim olduğu toplumdan tüketimin hâkim olduğu topluma geçişin devasa yansıması olarak. Ama bu yansımada kendini göremezsin. İçeri sadece bir rakam olarak dahil olabilirsin. İstisnasız bir istatistik… Döner kapı seni algılıyor. Otomatik bir iştahla içeri buyur ediyor. Elini sürmeden açılıyor sana kapılar. Ama elini kolunu sallayarak giremiyorsun içeri. Önce güvenlik kontrolünden geçmen gerekiyor. Sen öncelikle potansiyel bir suçlusun. Suçsuzluğun ispatlanırsa potansiyel bir müşterisin. Başka bir şey değilsin.

 

Güvenlikten geçiyorsun. Üzerinde delici kesici alet varsa el konulacak. Buraya çakıyla bile giremezsin ama üst katlarda kılıç satan mağaza bile bulabilirsin. Adamı sekize bölecek cinsten bir tane beğenip sekiz taksitle alabilirsin. Burada mantık yok; satın almak oldukça. Temizsen ve üniformalı güvenlik görevlisi yolunu kesmediyse devam edebilirsin.

 

İşte geldin, AVM’desin. Mis gibi havalandırma kokusunu içine çekerek vitrinlerden oluşan cam duvar boyunca yürüyebilirsin. Güvenlikten geçtin diye havaya girme yalnız. Kameralar sana doğrultulmuş durumda. Suçlu olma ihtimalin sende saklı. Hava ne güzel değil mi? Öyle dışardaki gibi belirsiz değil. Zaten burada sürpriz yok. İndirim müjdeleri dışında... Yapay iklim etrafını sardı bile. Kapıdan girdiğin an sokakla ilişkin kesilmişti, şimdi atmosferle ilişkin de kesildi. Sentetik bir keyif damarlarına yayılmaya başladı. 


DOLANMA

Artık zamansız ve mekansız bir boşluktasın. Yerin altıyla üstünün aynı havadarlıkta, geceyle gündüzün aynı aydınlıkta olduğu bir tüneldesin. Biraz sersemlemiş olmanın nedeni bu. Haritanın neresinde olduğunun bir anlamı kalmadı. Dünyanın öteki ucunda bulunan bir alışveriş merkezinden apartılmış bir yapının içindesin. Mimari projeleri gerçekçi göstermek için maketlere serpiştirilen minik insan figürlerinden birisin. Bir proje detayısın. Hangi zaman diliminde bulunduğun da önemli değil. Zamanla olan ilişkine format atıldı az önce. Geçmiş kavramı yerini nostaljiye, retro’ya, vintage’a bırakarak raflarda yerini aldı. Şu an algısı modaya indirgenerek vitrin mankenlerine sarındı. Gelecekse kredi kartının ekstre erteleme dönemine kadar uzanıyor. Denizden çıktın, akvaryuma girdin. Kendi ayaklarınla.
 
Mağazalara bakıyorsun. Vitrinlerdeki orijinal ürünlere... Zaten burada satılan ürünler dışında gerçek olan bir şey yok. Gerçeğin bilinçli inkarının kalesindesin çünkü. Sokakta yürürken kafanı çevirip baktığın herhangi bir görüntüyü düşün. Birebir tekrarı olmayacak bir kare o. Yerdeki çöp, arkasındaki kedi, esen rüzgar... Ama gerçek bir sokak gibi tasarlanmış bu platformun üzerindeyken tekrarı mümkün bir şablonun içindesin. Çöp atmak yasak, içeri kedi giremez, burada izinsiz rüzgar esemez. Rastlantısallığı dışarıda bırakıp girdin buraya. Gerçek, seri üretimin emrinde...
Bak karşındaki levhada ne yazıyor: “Şu anda buradasınız.” Burada her şey planlandığı gibi... Şu an üzerinde yükseldiğin yürüyen merdivenin rotası mesela. Planlı. Tuvalete gitmek istesen önünden geçmek zorunda olduğun vitrinler belli. Sinemaya gitmek istersen yağ kokularını sırasıyla içine çekmek zorunda olduğun restoranlar belli... 
İşleyişin her aşaması denetimde… Kusursuz bir düzen var burada. George Ritzer’e göre bu “gerçek olmayan bir kusursuzluk.” Bu denetim müşterilere de uygulanıyor. Ve ortaya W. S. Kowinski’nin “zombi etkisi” dediği şey çıkıyor. Zamanın geçtiğini fark etmeden alışveriş merkezlerinde şuursuzca dolanma hali… Haydi, biraz daha dolan. Sen artık bin zombisin. 

 

 

 

ÇIKIŞ  

AVM’nin işletme mantığı zincir firmalara yatkındır. Ve zincir mantığı sadece kendini dayatır. Alışveriş merkezinden satın alacağın bir giysiden orada izleyeceğin bir filme kadar böyledir bu. Kamu alanlarının korunmadığı, bağımsız ve alternatif olana nefes aldırma anlayışının bulunmadığı bir bölge bulursa, zincir yerini sever ve orada genişledikçe genişler. Sinema salonunu yutar, tren garını yutar, parkı yutar. Özel olanı, gerçek olanı, tarihi olanı, köklü olanı yutar ve yerine şehrin karakteristiğinden sıyrılmış, yeniden üretilmiş, kontrol altında tutulan kopyalar yerleştirir. Gerçeği manipüle eder. Özneyi nesneye, insanı tüketiciye çevirir.
Bireyin bütünsel bir parçası olmadığı bir gösteridir AVM. Simüle edilmiş ortamların her şeyiyle denetlenebilir olmasının avantajını kullanır. Cadde gibi, mahalle gibi, tarihi sinema gibi, park bahçe gibi tasarlanmış hipergerçeklik uyduları kurar. Ama sen orada ne sokaktaki adam olabilirsin, ne mahallenin bir sakini, ne sinemasever… Konsepte oturtulan, insan formunda bir şablon olursun sadece. Tematik bir dayatma olarak yaşarsın çevrende olup biteni. Ve bu tematik dayatma yavaş yavaş şehri sarar. Kâr edeni içine çeken, gerçek olanı dışına iten bir kapsül gibi şişer. Sonra bir bakarsın, yaşadığın şehir hakiki olmayan unsurlarla tanımlanan ölü bir yer olmuş. Coğrafi açıdan henüz olmasa da, kültürel açıdan çoktan çöl olmuş. Ve vaha gerçeklikten ne kadar uzaklaşmışsa, o kadar göz kamaştırır hale gelmiş.

Yorumlar

Yorum Gönder


Nefis yazı olmuş.

37%
63%

Bu işleyiş en azından vegastan habersiz , ya içeriye sahte gökyüzünü oturtsalar,gündüz güneş alsam yine kusursuz düzende serilmiş yıldızlar olacak mesela .Bir fark var aramızda küçük bir ayrıntı,orası çölden farksız müşterilerine doğayı hisset bak ohhh ne guzel Biraz bu güzelim maviye bak guzel bir oh cek edasında,,buradaki doğayı çöl yap klima be insan nefesinin tükettiği havada, usa senelik burada aylık ödediğimiz faiz oranlarında harcamalara katkı!'!!

39%
61%

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.