Bin yıllar önce kendi elleriyle yarattıkları yapay zekânın kıyımına uğrayıp geri dönülemez bir sürgün ile ana yurtları Kobol’dan ayrılan 12 koloninin insanları için işler hiçbir zaman yolunda gitmedi. İzleyici ile buluştukları 1978 yılında sadece bir sezon yayınlanıp George Lucas tarafından Star Wars’ın kötü bir kopyası olmakla suçlanan hikâyeleri, çok değil 1 yıl aradan sonra Galactica 1980 ismiyle yeniden anlatılmaya çalışılsa da bilimkurgu severler çoktan diziye ilgilerini kaybetmişlerdi. İşin ilginç yanı dizi mahkeme salonunda aklanmayı başardı ancak Battlestar Galactica için tren çoktan kaçmış, dizinin bir avuç sadık izleyicisi dışında kararı önemseyen olmamıştı.
Bütün talihsizliklere rağmen o bir avuç insanın, serinin yayından kaldırılmasından 20 yıl sonra bile diri tutmayı başardıkları ilgi Battlestar Galactica’nın 18 Ekim 2004 tarihinde yeniden izleyici ile buluşmasını sağladı. Aslına bakılırsa yeniden yapım haberinin bilimkurgu severler arasında heyecan yarattığı söylenemez. Zira dizi, önceleri döneminin en iyi efektlerini kullansa da daha sonra aynı uzay sahnelerini tekrar tekrar kullanan ucuz bir yapım olarak hatırlanıyordu. Star Wars ile olan telif mücadelesi de denkleme katıldığında izleyici Battlestar Galactica’yı yeniden görmeye hevesli olmasa da dizinin geri dönüşü kelimenin tam anlamıyla muhteşem oldu.
Yeni yapımın finali üzerinden neredeyse 10 yıl geçmesine rağmen Battlestar Galactica’nın hâlâ kendinden söz ettirdiği düşünülürse, dizinin arkasındaki beyin olan Ronald D. Moore’un bir devam hikâyesi yerine yeniden yorumlama tercihinin ne kadar da isabetli bir tercih olduğu ortada. Gerilimini düğümleri ustaca atılmış kompleks bir mitoloji örgüsüne dayandıran Battlestar Galactica, türe aşina olanların en azından Star Trek’ten hatırlayacağı Moore’un dokunuşu ile sıradan bir uzay dramasından bilimkurgu tarihinin kültlerinden birine dönüşüyor. Cylon olarak anılan gelişmiş robotların arketip izler taşıyan 12 koloniye saldırmaları ile ortak olduğumuz hikaye ilerledikçe kendi ürettikleri makinelerin gazabına uğrayan insanların aslında binlerce yıl önce ana yurtları Kobol’dan sürülen atalarının günahlarını tekrarladıklarını öğreniyoruz. Bu yönüyle Yunan mitolojisinden izler taşıyan senaryo kutsal metinlere atıf yapmaktan da geri durmuyor.
Seriyi benzerlerinin bir adım önüne taşıyan unsurlardan biri de ustaca kurgulanmış karakterler. Gerçekçi uzay savaşları bir yana derin uzaydaki klostrofobik atmosfere katkıları muhteşem. Tek tek ele almak mümkün olmasa da Kumandan Adama karakterine hayat veren Edward j. Olmos’dan özellikle bahsetmek gerek. Olmos, bazen tek kelime etmeden sadece orada oluşuyla hem etrafındakilere hem de izleyiciye ihtiyacı olanı verebiliyor.
Battlestar Galactica aynı zamanda kendisini hafife almaya cüret edenleri afallatacak sorular sordurmayı başarabilen bir yapım. Son yıllarda Black Mirror, Her, Ex Machina gibi adından söz ettiren yapımların bolca kurcaladığı yapay zeka ve makinelerin evrimi gibi konuları ustalıkla işleyen diziyi izlerken kendinizi milyarlarca insanın katili Cylonlar’a empati duyarken bulabiliyorsunuz.
Kobol’un çocuklarının efsanevi “Dünya” gezegenini aradığı 4 sezonluk hikâyeleri, 2,4 milyonu aşan izleyici sayısı ile yayınlandığı gecenin tartışmasız birincisi olan final bölümünün ardından 2009 yılında sona erdi. Daha sonraları evreni genişletmeye yönelik girişimler olsa da bu çabaların uzun soluklu bir yapım doğuramadığını söyleyebiliriz. Özellikle Cylonların kökenine inen Caprica ilk sezonun ardından erken final yapmak zorunda kalırken, dizinin yapımcıları enerjilerini aksiyon bağımlısı Amerikan izleyicisinin alışkanlıkları nedeniyle 2012 tarihli Blood and Chrome’a aktarmak zorunda kalmışlardı. Geçtiğimiz ay 40. yaşını kutlayan dizi için 2016 yılında gündeme gelen yeni bir film projesinden ümit kırıcı şekilde 2 yıldır ses seda çıkmasa da, Battlestar Galactica’nın anlatılmaya değer hikâyeleri olduğuna inanan sevenleri hâlâ büyük bir heyecan ile yeni maceralara atılmayı bekliyorlar.
KISA KISA
LucasFilm 2012 sonunda Disney tarafından satın alındığında 2005’ten bu yana bekleyenler için Star Wars evreninin yeni filmlerle genişletileceği haberi büyük heyecan yaratmıştı. Geçtiğimiz 3 yıl boyunca her aralık ayında yeni bir Star Wars filmi izlemek kimilerinin hoşuna giderken kimileri de yeni filmleri kıyasıya eleştirdi. Özellikle geçen mayıs ayında vizyona giren Solo: A Star Wars Story’nin bekleneni verememesi üzerine Disney Ceo’su Bob Iger biraz öz eleştiri yapmış gibi. Iger’in geçtiğimiz günlerde Star Wars filmleri konusunda yavaşlayacaklarını açıklamasından sonra önümüzdeki yıllarda daha az Star Wars filmi görmeyi bekleyebiliriz.
2009 tarihli Zombieland korku ve komedi türlerini başarıyla bir araya getiren bir yapım olarak izleyicilerden geçer not alsa da bir devam filmi için nerdeyse 10 yıl beklemesi gerekti. Temmuz ayında ikincisi duyurulan film için nihayet çekim takvimi belli oldu. Yönetmen Ruben Fleischer’in Venom mesaisinin de sona ermesi üzerine hız kazanan yapımın 2019 Ekim’inde vizyona girmesi bekleniyor.
Türk okurunun Zeplin adlı öykü derlemesinden tanıdığı Karin Tidbeck’in ilk romanı Amatka, Eylül ayında İthaki Yayınları tarafından Türkçeye çevrildi. Dil ile şekillenen distopik bir dünya resmeden Tidbeck, dilin özgürleştirici, insanı hayatta tutan yanına dikkat çektiği romanı ile toplum ve devrimi mercek altına alıyor. Öyküleri ile Ursula Le Guin gibi ustaların övgüsüne mazhar olan İsveçli yazar, yeni keşifleri göze alan okurlar için bilimkurgu ve fantazya türünde özgün ve sıra dışı bir ses olmaya hazır.
AMATKA
Karin Tidbeck
Çev: Göksu Göçhan
İTHAKİ YAYINLARI 2018
Yeni yorum gönder