Son yılların en sansasyonel edebiyat olaylarından biri de Bob Dylan'ın Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmesiydi kuşkusuz. Önce birçok edebiyatçı arasından sıyrılan Bob Dylan'ın bu ödülü hak edip etmediği tartışıldı, ardından Dylan'ın sessizliğini uzun müddet korumasıyla ödülü kabul etmeyeceği söylentileri kulağa gelmeye başladı. Sonunda Bob Dylan ödülü kabul ettiğini fakat yoğun programı sebebiyle ödül törenine katılamayacağını açıkladı. Nobel Ödül Töreni geçtiğimiz cuma günü Dylan'ın yokluğunda gerçekleşti. Patti Smith'in sahneye çıkıp Dylan'ın A Hard Rain's A-Gonna Fall şarkısını seslendirdiği törende Bob Dylan'ın konuşması da Komite üyelerinden Horace Engdahl tarafından okundu. İşte o konuşma:
Herkese iyi akşamlar, İsveç Akademisi'ni ve bu gece orada bulunan seçkin konuklarını içtenlikle selamlıyorum.
Şahsen orada bulunamadığım için üzgünüm ama manen orada olduğumu ve bu prestijli ödülü kabul etmekten mutluluk duyduğumu bilmenizi isterim. Nobel Edebiyat Ödülü ile ödüllendirilmek ne hayal edebildiğim ne de öngörebildiğim bir şey değildi. Küçük yaşlardan itibaren okumayla hep iç içe oldum ve Kipling, Shaw, Thomas Mann, Pearl Buck, Albert Camus ve Hemingway gibi bu payeye layık görülmüş isimlerin eserlerini özümsedim. Eserleri okullarda okutulan, tüm dünyada kütüphanelerde kendine yer bulan ve adları daima saygıyla anılan bu edebiyat devleri bana hep derin bir ilham verdiler. Bu isimlerle aynı listede yer almayı kelimelerle ifade etmem mümkün değil. Bu adamlar ya da kadınlar günün birinde Nobel alacaklarını düşünmüşler midir bilmem ama bana sorarsanız dünyanın herhangi bir yerinde bir kitap, şiir ya da oyun yazan biri bu gizli hayali derinlerinde bir yerde barındırmıştır. Bu hayal muhtemelen öyle derindedir ki onlar böyle bir şey hayal ettiklerini bile bilmezler.
Eğer biri bana günün birinde Nobel Edebiyat Ödülü almak konusunda en ufak bir şansım olduğunu söyleseydi bu ihtimalin Ay’a ayak basmamla eşdeğer olduğunu söylerdim. Doğrusunu isterseniz benim doğduğum ve büyüdüğüm yıllarda dünyada bu Nobel Ödülü’ne layık görülecek kadar iyi sayılan pek kimse yoktu. En azından nadir bir azınlıktan olduğumu biliyorum diyebilirim.
Bu güzel haberi aldığımda yollardaydım ve haberi tam olarak sindirmem birkaç dakikamı aldı. Müthiş bir edebiyat adamı olan William Shakespeare hakkında düşünmeye başladım. Onun kendini bir oyun yazarı olarak tanımladığını zannediyorum. Onun yazdıkları okunmak için değil, sahnelenmek için yazılmıştı. Yani okunmak için değil, söylenmek için yazılmıştı. Hamlet’i yazarken aklından bir sürü şey geçtiğine eminim. “Bu roller için uygun oyuncular kimler?” “Bu oyun nasıl sahnelenmeli?” “Hikaye gerçekten de Danimarka’da mı geçmeli?” Yaratıcı algısı ve tutkusu zihninin ön tarafından hiçbir kuşkuya yer bırakmıyordu fakat kabul etmesi ve uzlaşması gereken daha dünyevi meseleler de vardı elbette. “Finansmanımız yeterli mi?” “Hamilerimiz için yeterince boş koltuk var mı?” “Şu kurukafayı nereden bulacağım?” İddiaya varım ki Shakespeare’in zihninin en uzak ucunda bile şu soru yoktu: “Bu yaptığım edebiyat mıdır?”
Genç bir delikanlıyken şarkı yazmaya başladığımda ve hatta becerilerim doğrultusunda bir üne kavuşmaya başladığımda bile şarkılara duyduğum tutku belli bir noktaya kadardı. Bu şarkıların bir kafede ya da barda, sonralarıysa belki Carnegie Hall ya da London Palladium gibi yerlerde çalınabileceğini düşünüyordum. Kurup kurabildiğim en büyük hayalse plak yapmak ve günün birinde radyoda çalındıklarını duyabilmekti. Bana göre büyük ödül buydu. Plak yapmak ve şarkılarınızın radyoda çalındığını duymak bu işe devam etmenize yetecek kadar büyük bir dinleyici kitlesine ulaşmak demekti.
Şimdilerde bu işi uzun yıllardır yapıyorum. Düzinelerce plak kaydettim, dünyanın her yanında binlerce konser verdim. Fakat yaptığım her şeyin merkezinde duran şey şarkılarım. Şarkılarım pek çok farklı kültürden insanın hayatına dokunmuşa benziyor ve bunun için minnettarım.
Fakat söylemem gereken bir şey var: Bir icracı olarak şarkılarımı gerek 50.000 gerekse 50 kişinin önünde söyledim ve şunu söyleyebilirim ki 50 kişinin karşısında söylemek çok daha zordu. Çünkü 50.000 kişi tek bir personanın altında toplanabilir ama aynı şey 50 kişi için geçerli değildir. Her biri kendine hastır, ayrı bir kişiliktir ve kendine özgü bir dünya ihtiva eder. Onlar bir şeyleri daha açık algılayabilirler. Dürüstlüğünüz ve yeteneğinizin derinliği sınanır. Bu anlamda Nobel Komitesi’nin az sayıda insandan oluşmasını takdir ediyorum.
Tıpkı Shakespeare gibi ben de çoğunlukla yaratıcı çabalarımla ve hayatın dünyevi meseleleriyle alakadar oldum. “Bu şarkılar için en iyi müzisyenler kimlerdir?” “Uygun bir stüdyoda mı kayıt alıyorum?” “Şarkının tonu doğru mu?” Bazı şeyler asla değişmez, aradan 400 yıl geçse bile.
Ama asla kendime şu soruyu sormadım: “Benim şarkılarım edebiyata dahil midir?”
O yüzden hem bu soruyu düşünmek için zaman ayırdıkları, hem de nihayetinde böyle harika bir yanıt verdikleri için İsveç Akademisi’ne teşekkür ederim.
Hepinize, en içten sevgilerimle...
Bob Dylan
Çeviren: Ece Karaağaç
Yeni yorum gönder