Dünya edebiyatının büyük ustası Jorge Luis Borges yaşamının bir noktasında kör olacağını biliyordu. Körlük Borges ailesinde nesilden nesile geçiyordu. Yalnızca babası değil, babasının anne-babası da yaşamlarının bir safhasında kör olmuşlardı. Borges kendi durumunun çok da dramatik olmadığını düşünüyordu. Bir keresinde, “körüm, gülümsüyorum, cesurum ve ölmeyi umuyorum” diyecek ve şöyle devam edecekti bu konuya ilişkin:
“Esas dramatik olan, görme yetisini bir anda kaybedenlerdir. Benim durumumda körlük, ağır ağır çöken bir gece gibiydi. Görmeye başlamamla birlikte, körlük süreci de başlamıştı. 1899’da doğduğum gün, dramatik iniş çıkışlara gerek duymadan hep devam eden bir süreçti (...)”
Görsel: Burak Dak
Borges kendi durumunu “mütevazı körlük" olarak tanımlıyordu. Tek gözü tamamıyla körleşmişti, ancak diğer gözü kısmen görüyordu. Kırmızı ve siyah renkleri göremese bile, mavi, yeşil ve sarı renkleri seçebiliyordu.
Borges, görme yetisini büyük oranda kaybettikten sonra Arjantin Ulusal Kütüphanesi’nin başına atanmasındaki ironiden de bahseder; artık okuyamıyor ancak halen yazabiliyordur.
“Orada, farklı dillerdeki 900 bin kitabın ortasında duruyordum işte. Ancak kitapların başlıklarını bile güçlükle seçiyordum.”
Bundan 20 yıl kadar sonra, Borges, Amerikalı ünlü edebiyat aşığı Burt Britton için otoportresini çizecekti. Ortaya çıkan eskiz pek çok detaylı çizimden daha kıymetliydi elbette.
Borges'in 1976'da The Paris Review'da yayımlanan otoportresi
Yaklaşık 500 kadar edebiyatçının otoportrelerini toplayan Britton, Borges’in Strand adlı ünlü kitapçıya gelip kendi portresini çizdiği günü şöyle anlatıyor:
“Onu binaya çevirmeni getirdi. Portre kusursuzdu. Ancak benim için asıl akılda kalıcı olan, ona merdivenlerden yukarı çıkarken eşlik etmekti. Kitapçının ana bölümüne doğru yürürken bana dönüp, 'sizde bizim ulusal kütüphanemizdeki kadar çok kitap var,' demişti.”
Kaynak: Lithub
Yeni yorum gönder