Carson McCullers (1917-1967), Küskün Kahvenin Türküsü’nde (1951) Güney Amerika ruhunun âdeta kılcal damarlarında dolaşır. Ritmi, akışkanlığı ve o rengin tüm tonlarını etkileyici bir dille ifade eder. Daha çok diyaloglara, insan davranışlarına ve içe işleyen duygusal atmosfere yasladığı öyküleri, gösteren, örnekleyen bir kurgu ile var olur. Öykülerin merkezinde sevgi vardır ve giderek bir sevgi felsefesi oluşturulmaya çalışılır. Sevginin kaynağı, failleri, fonksiyonu karakterler ve durumlar üzerinde örneklenir. Öykülerin diğer temel vurgularından biri de yalnızlıktır. Öykülerde çeşitli yalnızlık durumları işlenirken, insan yalnızlığının temelleri gözler önüne serilir. Sevgi yoksunluğu, onu kaçırmak yalnızlığı doğurur. Yalan, öykülerde, gerçekle yüzleşmeyi başaramayanların, o acıya dayanamayanların sığındığı bir korunak olur. Kimseyi etkilemeyen ama sadece kendisinin rehabilite olduğu masum bir duygudur. Pek çok karakter yalana ve dış dünyanın gerçeklerinden kopuk iç benin ürettiği rüyalara/ gerçeklere yaslanmış yaşar. Müziğin tüm öykülerin temel bir öğesi olması kitabın vurgulanması gereken temel özelliklerinden bir diğeridir. Groteks yaklaşım tercih edilirken, en dramatik anlar, derin yaralar sıradan bir insani hâlmiş gibi sakin, serinkanlı anlatılır.
KASABA YALNIZLIĞI
Kitaba adını da veren uzun öykü “Küskün Kahvenin Türküsü”nde, kasaba yalnızlığına bakılır. Kitap, “Kasaba iç sıkıcıdır” diye başlar ve devam eder; “Kasaba yapayalnız, küskün, dünyadaki her yerden uzak, yabancı bir yer gibidir.” Öykü, sakin, sade, içe işleyen bir biçimle dışarıdaki, toplum dışı insanların sızısını size hissettirir. Abartmadan, sıradan olaylarla, davranışlarla hicranlı bir yaşam hayatın olağan akışı içine yerleştirilir. Çizilen kasaba atmosferi, kasabanın kalbi kahve hemen yakalar sizi ve kendi hikâyesini anlatmaya başlar. Gurur ve başkaldırı seçeneksizliğin örtüsüdür. Yalnızlık ve yenilmişliğin çıkış kapısı… Öykü bütünüyle bu kasabada yaşayan, kaba, sevgisiz iki insanın ifade edemedikleri sevgiyi ortaya çıkarmaya çalışır. Öyküdeki kasaba havası, doğruları keskinleşmiş kasaba halkı, sevgisiz insanların boşluğu oldukça etkili bir atmosferle verilir.
“Harika Çocuk” öyküsünde, bir müzik öğrencisi, başarı, başarısızlık, kurallar ve özgürlük arasında gider gelir ve sonunda her şeyi terk eder. Müzik öğretmeninin bir türlü kendini anlamaması, içindekileri sergileyememesi üzerine çalışmayı bırakır. Müzik hocasının hoyrat ve acımasız tavırları nedeniyle bir türlü yeteneğini sergileyemez. “Madame Zilensky ile Finlandiya Kralı” öyküsü olağanüstü bir psikolojik öykü olarak belleklerde yer eder. Öyküde, gizemli, büyülü, kapalı bir anlatım öne çıkar. Öyküye giren kişilerin bu örtük hayatları, gizemli dünyaları büyülü gerçekçilik yaklaşımını çağrıştırır.
“Konuk” kitabın en başarılı, unutulmaz öykülerinden biridir. Öyküde bireysel acılar evrenselleşir, okura ulaşır, etkiler. Ferris’in orada hissettiği, pişmanlık, geçicilik ve yalnızlık duyguları bir piyano eseriyle ölümsüzleşir. “Bir Ağaç, Bir Taş, Bir Bulut” öyküsünde yine sevgi merkezdedir. Nedir sevgi? Terk edilmenin acısını yaşayan karakter sonunda kendisine bir sevgi bilimi/felsefesi edinir ve hayattaki sevgisizlik acısına böyle karşı koyar.
İNANDIRICILIĞI YÜKSEK ÖYKÜLER
Carson McCullers öykülerinde serinkanlı anlatım ile derinlik peşindedir. Onun öykülerinde biçim tıpkı hayat gibidir. Yazar, yansıttığı dünyada tarafsız ve geri plandadır. O sadece bize aktaracağı hayatları “seçer”. Onun dışında anlatıma müdahil değildir. Anlatacağı şeyi kesip biçmez, yerlerini değiştirmez. Bu hâliyle de inandırıcılığı yüksektir. Okur öykünün dünyasına hemen giriverir. Akışkanlık ve ritim hayatta olduğu gibidir ve diyaloglara yaslıdır. Etkinin maksimize edilmesi ya da çarpıcılık amaç değildir. Zaman, içinde bulunulan andır ve dümdüz bir çizgidir. Bölümleme, kesme, parçalama yoktur. Resimlerin, görüntülerin, konuşmaların sıralanışı doğaldır. Kimi öykülerinde de son büsbütün önemini yitirir. Bir merak ve gerilim unsuruna yaslanmadığı için okurun bir son beklentisi yoktur. Okur bundan sonrasını merak etmez. Anlatımın ritmi “son” beklentisini gereksiz kılar. Okur her şeyin yukarıda anlatıldığı gibi süreceğini bilir.
Tüm öykülerin bir felsefeye yaslanması, yazarın özenle oluşturduğu karakterle bu felsefenin iyi sergilenmesi, örneklenmesi, etkileyici bir dille biçimlenmesi, öykülerin başarısının arkasında yatan özelliklerdir. Anlatımdaki dikkat, özen, işçilik her satırında kendini hissettirir. İnsanın içine işleyen bir samimiyetle yazılan öyküler, grotesk, büyülü bir dille taçlandırılır. İnsan ruhundaki anormallikler insani bir derinlikle gözler önüne serilir. Amerikan taşrasının değer yargısının birbirine çarpılmasıyla çıngılar oluşması hedeflenirken, anormalliklere toplumun sağlıksız bakışı yerle bir edilir.
KÜSKÜN KAHVENIN TÜRKÜSÜ
Carson McCullers
ÇEV: İpek Babacan
İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI
Yeni yorum gönder