Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Çizgi Roman // Üye olmayan kavgaya giremez




Toplam oy: 1101
Chuck Palahniuk, Cameron Stewart // Çev. Min Soo Kim
Ayrıntı Yayınları
Dövüş Kulübü'nün didiştiği sistem romanın ilk yayımlandığı zamandan beri kısmen değişmiş durumda. Bakalım Dövüş Kulübü 2'nin darbeleri bu değişime ayak uydurabilecek mi?

İlk kez yayımlandığı 1996'dan beri bir yeraltı klasiği haline gelen Dövüş Kulübü’nün 2. bölümü okurlarla buluşmaya başladı; çizgi roman olarak hazırlanan Dövüş Kulübü 2, Ayrıntı Yayınları tarafından on fasikül olarak yayımlanacak... Bu vesileyle üzerinden epey zaman geçmiş olan Dövüş Kulübü romanına dönüp bakalım; Chuck Palahniuk’un deyimiyle, "kaseti başa saralım."

 

Tüketim epeydir ekonomik değil, varoluşsal bir olgu. Markaların insanlarla duygusal bağ kurduğu bir dünyada yaşıyoruz. Reklamlar, halkla ilişkiler çalışmaları, promosyonlar, sosyal kampanyalar hep bunun için. İnsanlar da kendilerine uzatılan bu eli tuttuklarında, rüya gibi bir ilişki başlıyor. Ve bu rüyadan uyanmak için bir çimdik yetmiyor. Tokat da... Yumruk? Belki. Ama şöyle kemikleri çatlatacak, kanı oluk oluk akıtacak, yüzün biçimini değiştirecek cinsten bir yumruk...

 

Dövüş Kulübü’nün anlatıcısı, çokuluslu bir otomobil firmasında hasarlar hakkında rapor tutan bir ürün iptal koordinatörü. İnsanla yalnızca müşterisi veya çalışanı olarak ilgilenen endüstrinin adsız, kimliksiz, metalaşmış bir elemanı. Etrafındaki her şey kopyanın kopyasının kopyası... Anlatıcı kronik uykusuzluk sorunları yaşadığı bir dönemde, konunun psikolojik olduğunu düşünen doktoruyla dertleşir. Doktor, “gerçek” acıları görmesi için destek gruplarına katılmasını tavsiye eder. Kanser, tümör, kemik erimesi gibi hastalıkların en korkunçlarına yakalanan insanların bir araya gelip terapi uygulamalarıyla rahatlamaya çalıştıkları toplantıları kastetmektedir. Doktorun bu önerisi anlatıcının aklına yatmıştır. Haftanın her günü başka bir destek grubunun toplantısına katılır. Herkesin acısını hisseder. Onlara sarılıp sarılıp ağlar. Arınmalardan arınma beğenir. Böylece uykusuzluk illetinden kurtulur. Bu sefer de destek gruplarına bağımlı hale gelmiş, bir nevi her acının tiryakisi olmuştur. Ta ki Marla Singer ortaya çıkıncaya dek... Marla, tipik bir “femme fatale”dir. İntihara meyilli, nihilist ve gotik bir hayalet gibidir. O da destek gruplarına bağımlıdır. Ve anlatıcı kendisi gibi bir yalancının yanında gerçekten ağlayamaz olur. 

 

Anlatıcının hayatı Tyler Durden’la şans eseri tanışmasıyla değişir. Asıl tedavi, gizemli arkadaşıyla kurdukları Dövüş Kulübü’ndedir. Önemsizlik hissiyle yoğrulan anlatıcı içindeki boşluğu kendisinden beklendiği gibi tüketerek değil, tükenerek doldurmanın bir yolunu bulmuştur: Mide boşluğuna inen bir yumrukla. Fiziksel acı, ona var olduğunu hatırlatmıştır. Geçici çözümler sunan başkalarının soyut acıları, kendine has somut ve kalıcı bir karşılık bulmuştur. Artık destek gruplarına ihtiyaç kalmamıştır. 

 

Anlatıcı Tyler’ın yanına taşınır. Dövüş Kulübü barların bodrum katlarında toplanmaya devam eder. Burada tüketim toplumunun sevgiye muhtaç bireyleri birbirlerinin suratını dağıtırlar. Her geçen gün kendilerini daha iyi hissederler; daha kendileri gibi... Dövüş Kulübü zamanla bir tür yeraltı terör örgütüne dönüşür. Kargaşa Projesi’ni uygulamak için harekete geçen bir orduya. Şiddet her şeyin çözümüdür. Anlatıcı bu gidişatı onaylamayınca Tyler Durden ile çatışmaya düşer. İlginç olansa, Tyler Durden’ın bizzat kendisi olmasıdır. Onun artık bir adı vardır. Ve bir kimliği... Anlatıcı uykuya daldığı anda, kontrol gizemli arkadaştadır. 

 

Tyler Durden’ın anlatıcının alter-egosu olduğunu öğrenmemizle birlikte iki arkadaşın çatışması, anlatıcının iç çatışmasına evrilir. Dramatik yapı üzerinden ifade edersek dış çatışma, iç çatışmaya dönüşür. Freud açısından bakarsak id ile ego çatışması, süper-ego ile alter-ego çatışmasına dönüşür. Jung açısındansa anlatıcı persona ise, Tyler Durden engellediğimiz her şeyi yapmak isteyen denetimsiz bir varlık olan “gölge”dir; tıpkı Mr. Hyde gibi... Bu dönüşümle birlikte anlatıcı da “güvenilmez anlatıcı”ya dönüşür. Tyler Durden’ın mazoşist bir çıkış fantezisi olduğu ortaya çıkmıştır. Okur, Dostoyevski ile başladığı kabul edilen yeraltı mazoşizminin tipik belirtisi olan ruhsal ikiye bölünmeyle karşı karşıyadır. Bu ruhsal bölünmeyi tetikleyense kuşkusuz Marla olmuştur. Kendisini yetersiz hisseden erkeği ezerek içinden cinsel açıdan daha aktif bir erkek çıkaran kadın… David Lynch’in Kayıp Otoban filminde de karakterin daha genç ve cinsel açıdan daha aktif olan alter-egosunu ortaya çıkaran yine bir "femme fatale" olmuştur. 

 

Romanın son bölümünde Tyler Durden’ın askerleri yıkıma geçerler. Birey olmak için yola çıkanların orduya dönüşmesi Dövüş Kulübü’nün trajedisi olur. Postmodern tüketim toplumunu reddeden grubun etkinlikleri, güvenlik paranoyasından beslenen sistemi uzun vadede daha da güçlü kılacak bir dizi yüzeysel ve fiziksel saldırıdan öteye geçemez. Ayrıca şunu da unutmamak gerekir: Sistemi ayakta tutan uyumluluk değil, rekabetçi tüketiciliktir. Tüketici harcamalarını hareket ettirenler uyumlu değil, aykırı olanlardır.

 

Dövüş Kulübü ve dinler 

 

Dövüş Kulübü dinlerin yayılışına, özellikle de peygamberlik olgusuna göndermelerle dolu. Sonlara doğru Tyler Durden’ı kimsenin görmediği ama herkesin ona saygı duyduğu, onun koyduğu kuralları sorgulamadan benimsediği ve ibadet havasında sürdürdüğü bölümlerde ortaya çıkıyor bu durum. Anlatıcı Tyler Durden’ı tanıdığını söyleyince herkes onunla el sıkışmak için kuyruğa giriyor. Hiçbir zaman görmedikleri Tyler Durden’ı tanıdığı için herkes anlatıcıya “efendim” diye hitap ediyor. 

 

Ayrıca kitapta Dövüş Kulübü’nün tasavvuf boyutuyla, moda tabiriyle New Age dinler boyutuyla da karşılaşmak mümkün: “Ben Tyler’ın ağzıyım. Ben Tyler’ın elleriyim. Kargaşa Projesi’ndeki herkes Tyler Durden’ın bir parçası ve Tyler da oradaki herkesin bir parçası."

 

Dövüş Kulübü ve "gizli örgütler"

 

Dövüş Kulübü’nün komplo teorilerine göz kırpan bir yanı da var. İlk kuralı Dövüş Kulübü hakkında konuşmamak olan kulüp üzerinden, dünyayı yönettiği iddia edilen gizli örgütlere bir gönderme yapıldığından şüpheleniyorum. Tyler’ın sinema makinisti olup filmlerin arasına pornografik sübliminal parçalar atması, garsonluk yapıp gıdaların içine etmesi, hedeflerine verdikleri ismin “kargaşa projesi” olması, yanlış bilgilendirme çalışmaları yapmaları gibi durumlar gizli örgütlerin başrolde olduğu komplo teorilerinin favori konularını çağrıştıran cinsten. Medya ile zihin kontrolü, gıdaların genetiğiyle oynayarak nüfus kontrolü, kaostan düzen yaratma odaklı asırlık kadim proje, kontrollü ifşa belgeleriyle hedef şaşırtma gibi. Tabii bu göndermeler Palahniuk’un bu örgütlere sempati beslediği anlamına gelmiyor, aksine onların silahlarıyla onlara karşı savaşır gibi bir hava yaratıyor Dövüş Kulübü. Seni tanıyorum ve senin yöntemlerinle sana karşı örgütleniyorum diyen bir tür anti-elit grup yaratarak. 

 

Yukarıdaki özetleme denememden de anlaşılacağı üzere Dövüş Kulübü sayısız kavramla ve göndermeyle dolu bir yeraltı klasiği. Senaryo havasında yazılmış sade diline rağmen Marx, Freud, Adorno, Gramsci, Baudrillard, Heidegger, Zizek, Jung, Lacan, Freud gibi düşünürlerin metinlerinden beslenen çarpıcı ve derin bir anlatı. 

 

Yeni bölümse anlatıcının Marla Singer ile evlendiği, banliyöde ironik derecede nezih bir eve taşındığı ve dokuz yaşında bir çocuklarının olduğu ileri bir zamanda başlıyor. Ve tabii Tyler Durden’ın geri dönmesiyle... Bu arada romanın didiştiği sistem de kitabın ilk yayımlandığı zamandan beri kısmen değişmiş durumda; bakalım, Dövüş Kulübü 2’nin darbeleri bu değişime ayak uydurabilecek mi?

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.