Booker ödüllü yazar A. S. Byatt’ın Çocukların Kitabı’nın adı çocuklar için de büyükler için de fena halde yanıltıcı. 20. yy başı İngiltere’sinde kadın erkek, çocuk aile ilişkilerini, sosyalistlerin, kadın hareketlerinin, sanat ve kültür ortamının fışkırdığı bir çağda, yüksek sınıftan bir aile üzerinden anlatmayı deneyen kitap, yazarın entelektüel işgüzarlığıyla bir tasvir cehennemine dönüşmüş. Roman değil, bir kültür almanağı okur gibi hissediyorsunuz.
632 sayfalık, ödüllü bir yazarın eserini okuyacaksınız. İster istemez iyi bir kitaptır ön kabulündesiniz. Okudukça bir tiyatro repliği gibi içinizden şu sözcük fışkırıveriyor: Heyhat!
Ne zor şey, tanınmış bir ismin imzasının altındaki bir kitaba “ama sahiden de çok sıkıcı” diye yazabilmek. İleri bir yüzyılda yaşıyor ve tarihi unsurlar taşıyan bir roman yazmaya heveslendiyseniz; iyi bir araştırma yaparsınız, tarihsel gerçekleri, dönemin kültürel ve sosyal atmosferini yalayıp yutarsınız. Diyelim Afrika’da bir yüzyıl öncesinde yaşamış, Zulu kabilelerinden bir kızla bir erkeğin aşk hikayesini anlatmak istedim... Nasıl yaşarlar öğrendim, ne yer ne içerler, hangi ırmak kenarında otururlar, kulübelerini neyle süslerler... Hepsine vakıf oldum. Aşk hikayesini anlatırken kahramanlarımı yaşayan hisseden, birer insan değil de ‘Afrika’da Zulu kabilesindeki bir dönemde yaşayan robotlarmış’ gibi anlatırsam, ruhlarını kavramazsam hikaye ne kadar ilginç olursa olsun, gayet sıkıcı olur sanırım.
Çocukların Kitabı’nın sorunu bu. Birileri var, ama kim bunlar? Zenginler, üst tabakadan sosyal bir sınıfa aitler, bir takım aşklar yaşıyorlar, politik uzantıları, iz düşümleri var, özellikle sanat alanında yetkin beğenileri var. Görünüşte mutlu ama içten çökmüşler, bir şeyler yaşıyorlar, yapmaya çalışıyorlar var ama onlar kuklalarmış gibi anlatılmış. Kaldı ki, tüm zamanların edebiyattaki en ünlü kuklası Pinokyo bile sonunda insan olur, üstüne üstlük kuklayken bile insanlara taş çıkartacak kadar yalancı, duygusal ve hınzırdır...
Bu anlatım tarzının yazarın bilinçli tercihi olduğu yazılıyor, ama özellikle niyet hafakanlar bastırmak değilse yanlış tercih. Kitabın iyi bölümleri çocuk kitapları yazarı Olive Wellwood’un çocuklarına yazdığı fantastik masal bölümleri. Yine de bir Andersen değil.
Çocukların Kitabı 1895-1919 arası İngiltere’sinde üst sınıf, liberal, entelektüel Wellwood ailesinin Toderfright adlı kır evinde verilen “Bir Yaz Gecesi Rüyası” partisiyle başlıyor. 7 çocuklu Olive ve Humpry Wellwood’un sözde birbirini tamamlayan çok çocuklu, mutlu, zengin ve özgürlükçü dünyasında bir şeyler eksiktir. Humpry gazeteciliğe heveslenen bir banker, Olive ise fantastik öğelerle süslü başarılı bir çocuk kitapları yazarıdır.
Şanslı Wellwood çocukları Tom, Dorothy, Phylisss, Hedda parti için hazırlıklar yaparken, Güney Kensington Müzesi’nde bulunan işçi sınıfından gelen ancak resme pek yetenekli genç, yoksul Philip Warren’i evlerine alırlar. Kitap 20. yüzyıl başının bütün politik, kültürel atmosferini haddinden fazla bol karakter aracılığıyla sayfalarca süren detaylarla aktarıyor.
Wellwoodlar ve diğer karakterler zenginler, sosyalizm ve feminizme bulaşmışlar, İngiliz sosyalistleri Fabian topluluğu üyeleriler, kimisi anarşist, kimisi sanatçı, müzikle, resimle, tiyatroyla, seramikle ilgileniyorlar ve fena halde birbirlerini aldatıyorlar… Mutlu aile yaşantılarının arkasında kimin eli kimin cebinde belli değil. ‘Ensest’ bile var evde. Karısını aldatan Humpry, büyük kız Dorothy’le yakınlaşmak istiyor ve onun kendi kızı olmadığını söylüyor. Olive’in kız kardeşi Violet de bazı çocukların annesi.
Her çocuğu için bir masal yazan Olive oğlu Tom için ‘Tom Yeraltında’ diye bir masal yazıyor ve masalda çocuğun gölgesinin çalındığı anlatılıyor. Masalın sahnelenmesi çocuğun intiharına sebep oluyor. O Peter Pan sendromlu, büyümeyi reddeden bir çocuk. Ölümü birçok şeyi değiştiriyor, masumiyetin yitimini gözler önüne seriyor.
Byatt’ın ciddi bir dramatizasyon sorunu var, dramatize etmiyor, bildiriyor.
Tasvir üstüne tasvir, bilgi üzerine bilgi. “1896’da Millbank’te Tate Galerisi açıldı. Ulusal Portre Galerisi de aynı yıl Bethnal Green’den National Gallery’nin yanına taşındı. C. Harrison Towsend yapımı somut ve seçkin bir Art Nouveau örneği olan Toynbee Salonu’ndaki tüm öğreti, çalışma ve sosyal coşkunun bir kolu olarak görülen Whitechapel Galerisi, 1897 ile 1901 arasında inşa edildi… Tedavisi mümkün olmayan bir hastalığın pençesinde kıvranan bir Fabian topluluğu üyesi intihar ederek, servetini amaçlarını gerçekleştirebilmeleri için Fabianlar’a bıraktı’…
O kadar somut bilgiyi sıkıştırmış ki, bu kadar somutluktan tamamen sözcüklerden oluşan bir soyutluk çıkmış. Okuduklarınızı algılayamıyorsunuz. Kitapta kadın-erkek ve aile çocuk ilişkileri ve masumiyetin yitişi temaları var. Ama ayrıntılardan masumiyeti de yitişini de göremiyorsunuz.
Yeni yorum gönder