Tintoretto’nun gerilimi
The New York Review of Books, 9 Mayıs’ta yayımlanan sayısını sanata ayırırken, kapağından duyurduğu “Tintoretto’nun Vahşiliği” başlıklı yazısında Colm Tóibín, Rönesans ressamı İtalyan Tintoretto’nun resimlerine sahiden de farklı bir bakış getiriyor. Tintoretto’nun Yeni Ahit’teki merkezi anları garip, dünyevi olaylar olarak yeniden dramatize ederken, ayrıca mitolojiden bazı anları da alıp resim olarak bir kez daha canlandırdığından söz ediyor. Tintoretto’yu derinden çeken şeyin rahatsız edici mekân olduğunu, resimlerinin ressamın yerleşmemiş, kendine yer bulamamış ruha, tüm açgözlülükleriyle dünyaya olan çok yönlü ilgisinin örneklerini barındırdığından bahsediyor. Heyecan ve gerilimden etkilenen, durgunluk tarafından kandırılan ve iç dünyası inandırıcı bir şekilde ele geçirilen bir ressam ile aşağı inmesinin imkânsız olduğu, yerini bulmamış, akıcı bir hayal gücüyle ortaya çıkan bir ressam arasında Tintoretto’nun geriliminden söz eden Tóibín, bizi Thomas Bernhard’ın Eski Ustalar romanının kapısının önüne bırakıyor. Bernhard’ın Avusturya devleti ve kültür kurumlarıyla ve elbette riyakâr sanatçılarla boğuşmasının belkemiğini oluşturduğu Eski Ustalar’da Tintoretto’nun en önemli resimlerinden biri olan “Beyaz Sakallı Adamın Portresi” (1545) karşımıza çıkacaktır.
Gerçeklik maddeselliğiyle ölçülüyor
Aynı sayıdaki bir diğer yazıda Lisa Appignanesi, “Berger’in Görme Biçimleri” başlıklı yazısında John Berger’in hayatında geziniyor. Berger’le 1970’li yılların ortasında tanışan Appignanesi, Berger’in kitaplarından alıntılar yaparak yazarın Manzaralar (Metis Yayınları, Mayıs 2019) kitabını, Berger’in hayatı ve eserleri üzerine yazılmış bir kitapla birlikte inceliyor.
Appignanesi, Berger’in Görme Biçimleri’nden şu cümleleri alıntılıyor: “Yağlı boya resim, sermayenin sosyal ilişkilere yaptığının aynısını dış görünüşe yaptı. Her şeyi nesnelerin eşitliğine indirgedi. Her şey bir meta haline geldiği için her şey değiş tokuş edilebilir hale geldi. Tüm gerçeklik mekanik olarak maddiyatıyla (maddeselliğiyle) ölçüldü. Kartezyen sistem sayesinde ruh ayrı bir kategoride kurtarıldı…”
Görme Biçimleri’nde erkeklerin kadınları izlediğini; kadınlarınsa erkekler tarafından izlenişlerini izlediğini “erkek bakışı” üzerinden çözümleyen Berger hakkında daha uzun konuşabiliriz elbette ama şimdilik başka bir ülkeye geçiyoruz: Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın romanı, mart ayında Fransa’da yayımlandı (La Femme aux Cheveux roux, Gallimard). Libération’dan Frédérique Roussel, “Orhan Pamuk’un Kuyularının Şarkısı” başlıklı yazısında, yazarın baba-oğul ilişkisini, bir gencin kararlı bir çıraklık yaptığı bu romanın kalbine yerleştirdiğini; Kafamda Bir Tuhaflık’ta boza satıcılığıyla yaptığı üzere bu kez de artık var olmayan bir zaman, bir meslek üzerine titiz ve hassas bir özenle yazdığını söyler. Roussel, Pamuk’un ayrıca kendisi üzerine yaramaz bir şekilde şaşırtıcı bir yansıma sunduğunu da aktarır.
Korku dolu anneler ve diğer acımasızlıklar
Le Monde’un kitap ekinde ise Florence Noiville, “Nobel Ödüllü Türk Orhan Pamuk’un İlham Kaynakları” başlıklı tam sayfa yazısında, dört başlık altında Pamuk’un dünyasında “Renkler”, “Efsaneler”, “Nesneler” ve “Baba” kavramlarına yakından bakıyor. Örneğin renklerin hatırlattıklarının her zaman yazarın eserlerinde yer aldığından söz eden Noiville, Boğaz kıyılarında kırmızının özgürlüğün rengi olduğunu; İstanbullu zengin bir burjuva çocuğu olan Pamuk’un babasının her zaman şair olmak istediğini, 1940’lı yıllarda Paul Valéry’nin şiirlerini Türkçeye çevirdiğini aktarır. Kırmızı Saçlı Kadın’da “Babanın da her zaman yazar olmak istediğini sakın unutma” cümlesinin de tesadüfi olmadığının altını çizer.
Bitirmeden bir de Almanya’ya gidelim istiyorum. Henüz 25 yaşında olan yazar Helene Bukowski’nin ilk kitabı Süt Dişleri (Milchzähne) dikkat çekmeye devam ediyor. Antonia Baum, Zeit’da yayımlanan eleştirisinde, genç yazarın korku dolu anneler ve diğer acımasızlıklarla dolu bir dünya için yeni bir dil aradığının altını çiziyor.
Yabancı basını takip ederken dikkatimi en çok çeken hususlardan biri de, video oyunları, video oyunlarının tarihi, video oyunları sosyolojisi üzerine bir literatürün oralarda giderek genişlemekte ve zenginleşmekte olduğu. Ayrıca piyasaya yeni çıkan bir video oyunu üzerine çok kıymetli, derinlikli eleştiriler, incelemeler yayımlanıyor. Konuşabileceğimiz daha çok konu var ama şimdilik ilk Dış Hatlar’dan aktaracaklarım bu kadar. Temmuz ayında görüşmek üzere.
Yeni yorum gönder