Türk destanlarının başında gelen Oğuzname, bilinen ismiyle Dede Korkut destanları, klasik bir destan hüviyetinden çok bir milletin nasıl yaşadığını, nelere inandığını, nasıl erdemlere ve zaaflara sahip olduğunu söyleyen metinlerden oluşuyor. Dede Korkut’u farklı kılan ise yaşanan vakaları havada bırakmaması ve mutlaka bir çözüm sunması. Bunu da Korkut Ata yahut Dedem Korkut denilen ulu kişi yapıyor. Bu ulu kişi tipi aslında Dede Korkut’un yazılmasından/söylenmesinden çok daha önceki bir tip. Türklerin İslamiyet’i seçmesinin hemen akabinde (9-11’inci asır) geçen Dede Korkut destanları, İslam öncesi döneme de ait bilgileri içeriyor. Aslında İslam öncesi devirdeki “ulu kişi” tipi olan “şaman” ile İslam sonrası “veli” tipi arasında belirgin farklar yok. Dede Korkut ise bu geçiş sürecini en iyi şekilde yansıtıyor.
Malum, UNESCO Dünya Somut Olmayan Kültür Mirası listesine dâhil olduktan sonra Dede Korkut’a ilgi daha da arttı. Peki bu zamana kadar Dede Korkut’la ilgili ne gibi çalışmalar yapıldı?
En başından anlatıp bugüne gelerek birkaç şey söylemek iyi olacaktır. Elimizde Dede Korkut’a dair iki nüsha var: Dresden ve Vatikan nüshaları. Dresden nüshası 19’uncu yüzyılın başında Heinrich Friedrich von Diez tarafından keşfedildi. Vatikan nüshası ise çok dada sonraları 1952 yılında İtalyan bir Türkolog olan Ettore Rossi tarafından keşfedildi. Türkiye’de ise bu işin öncülüğünü 1938 senesinde Dede Korkut’u latinize ederek yayımlayan Orhan Şaik Gökyay oldu. Daha sonra Muharrem Ergin gibi akademisyenler de Dede Korkut üzerine önemli çalışmalar yaptılar ama bugün durum ne?
Olaya başka bir açıdan bakmak istiyorum. Son yıllarda beni en çok heyecanlandıran kitap TOBB’un Dresden ve Vatikan nüshalarının tıpkıbasımlarını neşretmesi oldu. Bu çok önemli bir gelişmeydi. İyi bir baskı ve içinde yer alan çok iyi minyatürlerle çıkarttılar kitabı. Bu gelişme beni umutlandırsa da gözüm başka ürünler aramaya başladı Dede Korkut’la ilgili.
Mesela neden çizgi romanı, çizgi filmi, sinema filmi yapılmasın? Çocuk çağı için çizgi film, ilk gençlik çağı için çizgi roman ve genç ve büyükler için de sinema filmi neden olmasın? Aslında bunların hepsi yapıldı. Türk Dünyası Vakfı ve Bilgeoğuz Yayınları tarafından iki ayrı çizgi roman yapıldı. Türk Dünyası Vakfı’nın yaptığı çizgi roman, çizgi ve baskı kalitesi açısından oldukça zayıftı. Bilgeoğuz Yayınları’nınki diğerine nazaran çıtayı yükseltmiş olsa da bugün dünyadaki çizgi roman kalitesinin oldukça uzağında. Çizgi roman konusunda önümüzde çok daha ciddi örnekler var, bunlara bakmak gerekiyor. Çizgi film ise TRT Çocuk tarafından yapılmıştı, bir kısmını izleyerek söyleyebilirim ki yine ortalama bir iş olmasına rağmen çocuklara etki edecek bir düzeyde değildi. Büyüklerin bile animeler izlediği bir çağda olduğumuzu düşünürsek çok daha iyi işler beklemek hakkımız elbette. Sinemada ise Burak Aksak, gayet gayriciddi bir işe imza atarak Dede Korkut hikâyelerini Gani Müjdevari bir üslupla ele almıştı. Sanat ve tarih açısından herhangi bir kıymeti olmayan bir iş olan bu yapım Burak Aksak’ın seviyesinin çok altındaydı. Zaten izleyicide de bir karşılığı olmadı. Hâlbuki Dede Korkut, hem çizgi roman hem çizgi film hem de sinema açısından oldukça iyi değerlendirilmesi gereken bir kaynak. Sadece Dede Korkut için değil elbette bu söylenenler, Türk tarihi, halk hikâyeleri, masalları, destanları, savaşları ile bitmez bir derya. Prodüksiyonlu İstanbul’un Fethi filminin 2012 yılında çekildiğini düşündüğümüzde bu alanda ne kadar geri kaldığımızı göreceğiz. İyi çizerler, iyi animasyoncular, görüntü yönetmenleri, sanat yönetmenleri… Artık adına her ne dersek diyelim, işinin ehli insanlarla iyi çalışmaların yapılması için vakit geldi de geçiyor bile!
Yeni yorum gönder