Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Edebiyat büyüsünün altında




Toplam oy: 1605
Kırmızının Otobiyografisi'nde peşine takılacağımız başka bir isimle karşılaşıyorum. Roman, Gertrude Stein'dan şu alıntıyla başlıyor: Kelimelerin kendi istediklerini, kendi yapmaları gerekeni yaptıkları hissini çok seviyorum.

Kitaplara ait olduğunu düşündüğüm, paralel dünyadaki serüvenlerim sürüyor. Bu ay da yine başıma tuhaf ‘edebi’ tesadüfler geldi. Bu kez olayları (yoksa gizemli zinciri mi deseydim!)  başlatan kitap, Leyla Erbil’in Cüce’si (İş Bankası Kültür Yayınları) oldu. Erbil’in, her zamanki kendine özgü şiirsel üslubu ve bilinç akışı tekniğiyle kaleme aldığı bu güzel kitabının en hoş yanlarından biri de sayfaları süsleyen Mustafa Horasan desenleri… Erbil, bu ilginç kitabının başındaki giriş yazısında, bu kitabın şimdi intihar etmiş eski bir yazlık komşusu olan yaşlı ve asil hanımefendinin notlarından oluştuğunu, kendisinin bu dağınık notları bir araya getirerek bu kitabı oluşturduğunu anlatıyor ve şöyle söylüyor; “Zenime Hanım, ad falan koymamıştı kitabına. Cüce adını ben koydum. Bu adın plastik gücüne inanırım.” İşte bu satırları okumamın ardından adeta bu ayki takip etmem gereken özel şifremi de almış oluyorum.

 

 

Ve kısa bir süre sonra altında bulunduğum edebiyat büyüsü devreye girerek bu ayki şifremle Kurt Vonnegut’un Kedi Beşiği’nde (April Yayınları) bir kez daha karşılaşıyorum. Vonnegut’un, ütopik bir dünyayı anlatan, bu hayli çılgın bilimkurgu romanının başlarında, romanın ana kahramanı John, hakkında araştırma yaptığı bir bilim adamının oğlu olan Newton’a yazdığı mektubun cevabını okurken, onunla birlikte ben de şu satırları okumuş oluyorum haliyle; “Örneğin ben bir cüceyim; boyum bir metre yirmi santim.” Eklemeye gerek yok, Newton bu harikulade öykünün birkaç ana yan karakterinden biri olarak roman boyunca da bizimle oluyor.

Tabii benim büyülenmem halen sona ermiş değil. Elime aldığım bir sonraki roman (daha doğrusu şiirsel-roman) Anne Carson’ın olağanüstü zarif bir şekilde kaleme aldığı Kırmızının Otobiyografisi (Metis) adlı eseri oluyor. Bir antik yunan şairi olan Stesikhoros’un bir Yunan mitini ele aldığı Geryon adlı lirik şiirinin konusunu, günümüzde geçen bir büyüme ve aşk hikayesine uyarladığı romanında, Carson; Geryon adlı bir gencin aşık olduğu Herkül adlı bir diğer genç adam tarafından terk edilmesinden yıllar sonra iki gencin yeniden Arjantin’de karşılaşmalarını, son derece dokunaklı ve estetik yönden güçlü bir şekilde anlatıyor. Bu dilinden biçimine, üslubundan konusuna son derece sıra dışı olan romanın Arjantin sahnelerinden birinde bakın nasıl bir satırla karşılaşıyorum; “Önlüklü bir cüce masalar arasında koşturup herkese aynı turuncumsu içkiyi getiriyordu test tüpü gibi uzun bir bardakta.”

 

 

Cüce ile olan zincirimiz bu romanda sonlanıyor. Çünkü Kırmızının Otobiyografisi’nde peşine takılacağımız başka bir isimle karşılaşıyorum. Roman, Gertrude Stein’dan şu alıntıyla başlıyor; “Kelimelerin kendi istediklerini, kendi yapmaları gerekeni yaptıkları hissini çok seviyorum.” Bu cümlede anlatılmak istenen kavramın, benim bu kelebek etkisi maceralarımda başıma gelenlere yönelik, tüylerimi ürpertici tuhaf, kozmik ‘vahiysel’ mesajını bir yana bırakalım isterseniz. Ve Carson’ın kitabında sık sık atıfta bulunduğu Gertrude Stein’ın peşine düşelim. Çünkü o bizi başka bir kitaba sıçratacak; Paula McLain’in Ernest Hemingway’in ilk eşi olan Hadley ile Paris’teki yıllarının ve evliliklerinin hikayesini anlattığı Paris’teki Eş’e (Remzi Kitabevi)… Eh, Hemingway’in Paris’teki en yakın dostlarından birinin Gertrude Stein olduğunu bilmeyen pek azdır herhalde. Stein da doğal olarak kitabın satırlarında sık sık karşımıza çıkıyor. Onunla birlikte Ezra Pound ve Scott Fitzgerald da eşlik ediyor elbette. Peki, şimdi size soruyorum. Benim yerimde olsaydınız şimdi hangi ipucunun peşine takılırdınız? Fitzgerald’ın lafın arasında Hemingway’e yeni çıkan kitabı olarak bahsettiği Muhteşem Gatsby’sine (Everest Yayınları) mi? “…Yenice bir romanım çıktı. Muhteşem Gatsby.’ ‘Bulurum,’ dedi Ernest. ‘Eleştirileri görmek için sabırsız­lanmıyor musunuz?” Yoksa entelektüel bir sohbette dedikodusunu yaptıkları, o günlerde sık sık Paris sokaklarında gezindiğini gördükleri James Joyce’un ‘yeni çıktığından’ bahsettikleri Ulysses’sine (Yapı Kredi Yayınları) mi?  “… Herkes Ulysses’i öve öve bitiremiyor,’ dedi Ernest. ‘Dizi ha­linde çıkmış birkaç bölümünü okudum. Alışık olduğum bir tarz değil ama itiraf etmeliyim ki önemli bir şey yakalamış.’‘Dâhice bir iş,’ dedi Lewis. ‘Pound’a bakılırsa Joyce her şeyi değiştirecek. Pound’un evine hiç gitmiş miydiniz?”

 

 

 

 

Çizer: Onur Atay

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.