Kitaplara ait olduğunu düşündüğüm, paralel dünyadaki serüvenlerim sürüyor. Bu ay da yine başıma tuhaf ‘edebi’ tesadüfler geldi. Bu kez olayları (yoksa gizemli zinciri mi deseydim!) başlatan kitap, Leyla Erbil’in Cüce’si (İş Bankası Kültür Yayınları) oldu. Erbil’in, her zamanki kendine özgü şiirsel üslubu ve bilinç akışı tekniğiyle kaleme aldığı bu güzel kitabının en hoş yanlarından biri de sayfaları süsleyen Mustafa Horasan desenleri… Erbil, bu ilginç kitabının başındaki giriş yazısında, bu kitabın şimdi intihar etmiş eski bir yazlık komşusu olan yaşlı ve asil hanımefendinin notlarından oluştuğunu, kendisinin bu dağınık notları bir araya getirerek bu kitabı oluşturduğunu anlatıyor ve şöyle söylüyor; “Zenime Hanım, ad falan koymamıştı kitabına. Cüce adını ben koydum. Bu adın plastik gücüne inanırım.” İşte bu satırları okumamın ardından adeta bu ayki takip etmem gereken özel şifremi de almış oluyorum.
Ve kısa bir süre sonra altında bulunduğum edebiyat büyüsü devreye girerek bu ayki şifremle Kurt Vonnegut’un Kedi Beşiği’nde (April Yayınları) bir kez daha karşılaşıyorum. Vonnegut’un, ütopik bir dünyayı anlatan, bu hayli çılgın bilimkurgu romanının başlarında, romanın ana kahramanı John, hakkında araştırma yaptığı bir bilim adamının oğlu olan Newton’a yazdığı mektubun cevabını okurken, onunla birlikte ben de şu satırları okumuş oluyorum haliyle; “Örneğin ben bir cüceyim; boyum bir metre yirmi santim.” Eklemeye gerek yok, Newton bu harikulade öykünün birkaç ana yan karakterinden biri olarak roman boyunca da bizimle oluyor.
Tabii benim büyülenmem halen sona ermiş değil. Elime aldığım bir sonraki roman (daha doğrusu şiirsel-roman) Anne Carson’ın olağanüstü zarif bir şekilde kaleme aldığı Kırmızının Otobiyografisi (Metis) adlı eseri oluyor. Bir antik yunan şairi olan Stesikhoros’un bir Yunan mitini ele aldığı Geryon adlı lirik şiirinin konusunu, günümüzde geçen bir büyüme ve aşk hikayesine uyarladığı romanında, Carson; Geryon adlı bir gencin aşık olduğu Herkül adlı bir diğer genç adam tarafından terk edilmesinden yıllar sonra iki gencin yeniden Arjantin’de karşılaşmalarını, son derece dokunaklı ve estetik yönden güçlü bir şekilde anlatıyor. Bu dilinden biçimine, üslubundan konusuna son derece sıra dışı olan romanın Arjantin sahnelerinden birinde bakın nasıl bir satırla karşılaşıyorum; “Önlüklü bir cüce masalar arasında koşturup herkese aynı turuncumsu içkiyi getiriyordu test tüpü gibi uzun bir bardakta.”
Cüce ile olan zincirimiz bu romanda sonlanıyor. Çünkü Kırmızının Otobiyografisi’nde peşine takılacağımız başka bir isimle karşılaşıyorum. Roman, Gertrude Stein’dan şu alıntıyla başlıyor; “Kelimelerin kendi istediklerini, kendi yapmaları gerekeni yaptıkları hissini çok seviyorum.” Bu cümlede anlatılmak istenen kavramın, benim bu kelebek etkisi maceralarımda başıma gelenlere yönelik, tüylerimi ürpertici tuhaf, kozmik ‘vahiysel’ mesajını bir yana bırakalım isterseniz. Ve Carson’ın kitabında sık sık atıfta bulunduğu Gertrude Stein’ın peşine düşelim. Çünkü o bizi başka bir kitaba sıçratacak; Paula McLain’in Ernest Hemingway’in ilk eşi olan Hadley ile Paris’teki yıllarının ve evliliklerinin hikayesini anlattığı Paris’teki Eş’e (Remzi Kitabevi)… Eh, Hemingway’in Paris’teki en yakın dostlarından birinin Gertrude Stein olduğunu bilmeyen pek azdır herhalde. Stein da doğal olarak kitabın satırlarında sık sık karşımıza çıkıyor. Onunla birlikte Ezra Pound ve Scott Fitzgerald da eşlik ediyor elbette. Peki, şimdi size soruyorum. Benim yerimde olsaydınız şimdi hangi ipucunun peşine takılırdınız? Fitzgerald’ın lafın arasında Hemingway’e yeni çıkan kitabı olarak bahsettiği Muhteşem Gatsby’sine (Everest Yayınları) mi? “…Yenice bir romanım çıktı. Muhteşem Gatsby.’ ‘Bulurum,’ dedi Ernest. ‘Eleştirileri görmek için sabırsızlanmıyor musunuz?” Yoksa entelektüel bir sohbette dedikodusunu yaptıkları, o günlerde sık sık Paris sokaklarında gezindiğini gördükleri James Joyce’un ‘yeni çıktığından’ bahsettikleri Ulysses’sine (Yapı Kredi Yayınları) mi? “… Herkes Ulysses’i öve öve bitiremiyor,’ dedi Ernest. ‘Dizi halinde çıkmış birkaç bölümünü okudum. Alışık olduğum bir tarz değil ama itiraf etmeliyim ki önemli bir şey yakalamış.’‘Dâhice bir iş,’ dedi Lewis. ‘Pound’a bakılırsa Joyce her şeyi değiştirecek. Pound’un evine hiç gitmiş miydiniz?”
Çizer: Onur Atay
Yeni yorum gönder