Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Edebiyatı katliama dönüştürenler




Toplam oy: 1114
“Bireyler yazar, önderler işaret eder, fanatikler öldürür” sarkacı durulana kadar, daha neler görürüz kim bilir.

Bir gün bir roman yazarsınız ve hayatınız değişir: Romanınız edebiyattan anlamayan insanlar tarafından okunur, siyasi ve dini liderler tarafından şeytanlaştırılırsınız, taşlanmanız ya da kitabınızın yakılması yetmez, öldürülmeniz gerektiği söylenir. Kütüphanelerin insanı olmaktan çıkar, jeostratejik paylaşım mücadelelerinin manevralarından biri haline gelirsiniz.
Eylül ayından bir haber: Afganistan’da Taliban yönetiminden kaçışını anlattığı kitabıyla tanınan Hintli kadın yazar Sushmita Banerjee, Afganistan’a dönmüşken uğradığı silahlı saldırı neticesinde hayatını kaybetmiş. Yirmi beş yıl önce Salman Rushdie’nin mahut Şeytan Ayetleri yayımlanmıştı ve muhtemelen dünya çapında şeytanlaştırılan, fetvalarla lanetlenen, sadece yazarını değil yayıncılarının, kitapçıların, çevirmenlerinin de hayatlarını karartan bir süreç başlamıştı. Rushdie, geçtiğimiz sene yayımladığı Joseph Anton adlı biyografisinde, bu meşum süreci ele almış ve zeki bir romancının özgür iradesiyle kurguladığı bir romanın nasıl olup da dünyanın çivisini çıkardığını etraflıca anlatmıştı. Anlaşılan yirmi beş sene içinde pek bir şey değişmemiş.

 

 

Booker adayı, Whitbread Ödüllü kurgusal bir roman söz konusu, ama siyasi tepkiler biz okurların bu romana ulaşmasını engelliyor, dolayısıyla kitabı edebi açıdan ele alamıyoruz (Rushdie’nin en çok yakındığı konu da bu aslında). Bir insan tarafından yazıldığı bilinen bir romanın, Allah’ın kutsal metnine nasıl bir zarar vereceğini tahayyül etmek güç olsa da, başka meselelerde birbirleriyle çatışmaktan çekinmeyen Müslüman dünyasının farklı fikir önderleri (en başta İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Ayetullah Humeyni) bir yazarın yazdığı kitaptan dolayı öldürülmesinin makul ve hatta gerekli olduğunu belirtebilmişler. Müslümanlar, dünyanın her tarafında alevli, kanlı, sloganlı gösterilere girişmiş, saygısızlığın müsebbibi gördükleri kurumları ve insanları hizaya çekmek adına pek çok eyleme kalkışmışlar. (Türkiye’de en çok Aydınlık kesimi ve Aziz Nesin, Şeytan Ayetleri kavgasından nasibini almıştı, Sivas Katliamı’nda bu meselenin kattığı baharat unutulmaz; zaten gerek din gerek millet olsun, topraklarımızda katliamlara, suikastlara, kavgalara bahane bulma skalası oldukça geniştir.)

 

 

Elbette dini önderlerin teşkilatlarına insanları hedef göstermeleri, kutsallığa halel getirdikleri iddiasıyla ortadan kaldırılmalarını talep etmeleri, şahıs odaklı fetva vermeleri sadece Müslümanlara özgü değil. Hatta peygamberler bile öncelikle içlerinden çıktıkları toplumun önderleri tarafından katli vacip ilan edilmişler; sonra onların dinini uygulayanların da başkalarını katletmeye niyetlenmeleri, ironik olmakla birlikte bir hakikat. Bugün Hıristiyanlığın önde gelenleri, birkaç yüzyıl önce sapkınlık suçlamasıyla öldürdüklerini kabullenmekteler. Ölçeği dinden çıkartıp ulus devlet sınırlarına getirdiğimizde de, şunun şurasında kaç yıl geçmiştir Avrupa’daki entelektüel katli yapan devletlerin liberalleşip AB’ye dahil olmalarının üzerinden? Bireyler yazar, önderler işaret eder, fanatikler öldürür sarkacı durulana kadar, daha neler görürüz kim bilir.

 

 

Ödüller fetvaları kaldırmaya yetmez

 

 

Şeytan Ayetleri dalgası, yerel ölçekteki küllenmiş bir başka fetva mevzusunu da körüklemişti: Mısır’da Necib Mahfuz, popüler romanlar yazan, ancak kutsal kitaplar alegorisi kapsamında görülebilecek Cebelavi Sokağı’nın Çocukları romanıyla daha 1959’da dini otorite El Ezher Üniversitesi’nin ulemasından tepki görmüştü. Tefrika olarak yayımlanan romanın baskısı Mısır’da yapılamaz, daha sonra Lübnan’da yapılan bir baskı Mısır’a ithal edilebilir, el altından okurlarına satılır. 1988’de, Şeytan Ayetleri’nin basıldığı günlerde, muhtemelen uluslararası camianın Müslüman coğrafyadaki ifade özgürlüğüne desteğini göstermesi adına da, Nobel Edebiyat Ödülü Necib Mahfuz’a verilir. Yıllar içinde çok yönlü bir romancı haline gelen, Ezilenler, Başkanın Öldürüldüğü Gün, Karnak Kafe, Midak Sokağı gibi pek çok yapıt ortaya koyan Mahfuz, Mısırlı Ömer Abdurrahman (Kör İmam) tarafından yeniden işaret edilir ve “zamanında  Mahfuz’un cezasını kesseydik, Rushdie palazlanmazdı” mantığıyla gündeme getirilir. İşleyişi pek de lineer olmayan, her an tarihte kalmış bir kavgadan argüman devşiren fanatikler de, 1994’te Mahfuz’a kim bilir hangi güncel savaşımın manevrası olarak suikast girişiminde bulunur. Her ne kadar Mahfuz hayatta kalmış olsa da, yaralarından kaynaklanan felç gibi arazlar yaşam ve yazım kalitesini muazzam düşürmüştür.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.