Batı’da romancılık dünyasında “özkurgu” sesleri yankılanıyor. Özkurgu ilk olarak 1970’lerde Fransız yazar Serge Doubrovsky’nin kendi romanı Fils’i tanımlamak için kullandığı bir terim. Özkurguyu yazarın kendi yaşamını bir kurgu biçiminde anlatması, yaşamının belirli bir dönemine veya belirli bir olayına odaklanarak ve o dönem ya da olaya kurgu ekleyerek veya onu kurgu haline getirerek aktarması olarak tanımlamak mümkün. Ancak kısa ve net bir tanıma kavuşturmak şimdilik mümkün görünmüyor. Sözgelimi, özkurgu kesinlikle “otobiyografik özellikler taşıyan” bir roman değildir. Tam tersine roman özelliği taşıyan bir otobiyografidir. Yazarın gerçek gerçekliğinin kurguyla birleştirilerek anlatılmasıdır özkurgu. Joe Bunting’e göre, özkurgu “kurgulanmış bir otobiyografidir.” *
Okurun hazzı
Özkurgunun 2010’lardan itibaren edebiyat ve eleştiri dünyasında sık sık gündeme gelmesinin sebebini ortaya koymak şimdilik çok kolay değil. Tek bildiğimiz Batı dünyasında hızla yükselişe geçtiği: Norveçli Yazar Karl Ove Knausgaard’ın, adıyla Hitler’in Kavgam’ını çağrıştıran Min Kamp’ı, Iris Smyles’ın Iris Has Free Time’ı, Ben Lerner’ın 10.04’u, Nell Zink’in The Wallcreeper’ı özkurgu türünün şu sıralar en ünlü ve en çok satan kitaplarından.
Aslında özkurguyu son birkaç yılın bir ürününden ziyade, edebiyatta eskiden beri karşılaştığımız bir yazma biçimi olarak görmemiz gerekiyor. Eskilerden çok tanıdık örnekler vermek mümkün: Jack Kerouac’ın Yolda’sı, J. G. Ballard’ın Güneş İmparatorluğu adlı kitabı, Anne Frank’ın Anne Frank'ın Hatıra Defteri isimli eseri ve elbette Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’si bu türün eski örnekleri arasında sayılabilir. Ayrıca Philip Roth’tan, Vladmir Nabokov’a ve George Orwell’a kadar uzun bir liste de hazırlanabilir. Liste uzun olsa da 20. yüzyılda özkurgunun yaygın değil, nadir olduğunu belirtmek gerek. Günümüzde ise özkurgunun başarılı sonuçlar doğurmasında köklerinin 20. yüzyılda sağlamlaşmasının payı çok büyük.
Özkurgunun okura vermiş olduğu tat, örneğin Proust’tan bahsetmek gerekirse, Kayıp Zamanın İzinde’de bugün aşina olmadığımız bir toplumsal hayata ait olan jestlere değil, çok benzer bir temanın günümüz gerçekliği içinde okur için somut bir yere oturmasından kaynaklanıyor. Özkurguyla Proust isminin sürekli birlikte anılması ise asla bir tesadüf değil: The Wallcreeper ve Iris Has Free Time yoğun Proust etkisi taşıyan kitaplar. Bu anlamda özkurgunun okura bir “kolay okuma” fırsatı sunduğu söylenebilir. Kolay okunma fırsatı sunsa da, özkurgunun bize günümüz çok satan polisiye veya fantastik - bilimkurgu romanlar gibi sunduğu sıradışı hiçbir şey yok. Tamamen olağan ve sıradan öyküler okuyoruz özkurguda. Okurun içine düştüğü durum karmaşık olsa da, gerçekliğe en yakın roman deneyimini günümüzde en iyi sunabilen tür, özkurgudan başkası değil.
Postmodernizm
Özkurgu bir romancılık faaliyeti olmanın yanı sıra, edebiyat eleştirisi alanında da önemli bir yer tutuyor. Konuyla ilgili yazılmış tezlerin ve makalelerin yanı sıra autofiction.org isimli bir web sitesi tamamen özkurguya adanmış bir alan. Tartışma ve araştırmalara genel olarak baktığımızda ise kaynak dilin İngilizce değil, Fransızca olduğunu görüyoruz.
Özkurgu hakkındaki önemli konulardan biri, bu türün postmodernizme dahil olup olmadığı üzerine. Popüler olduğu için adeta postmodernizmin ortasına doğmuş gibi görünen özkurgunun postmodernizmle ilişkisinin sorgulanması rastlantı değil. Özkurgunun postmodern romanın özelliklerini büyük ölçüde taşıdığı söylenebilir. Zaten postmodernizmden değil, postmodernizm“ler”den söz edildiği günümüz dünyasında bir etikete sahip olmak tamamen değil, ucundan kıyısından, kısmen mümkün olabiliyor – doğru olanın da bu olduğu öne çıkarılıyor. Dolayısıyla özkurguyu da tam anlamıyla kişiselleştirilmiş bir tür postmodernizm olarak tanımlamaktan doğal ne olabilir?
Oysa diğer taraftan özkurguyla postmodernizm arasında bir karşıtlık kurmak da mümkün. Örneğin Jonathan Sturgeon özkurguyu “postmodern romanın ölümü”** nidasıyla tanıtıyor. Özkurgu postmodernizmi öldürmüş müdür, yoksa ikisi de birbirine paralel midir, bilinmez; ancak özkurgu ve postmodernizm arasındaki karşıtlığı bir bakıma gerçeklik ve kurgu arasındaki karşıtlık olarak ele almanın daha doğru olacağı söylenebilir. Elbette burada, postmodernizm kurgunun tarafındayken, özkurgu gerçeğe daha yakın. Belki de özkurguyu postmodernizme dahil etmekle ondan büsbütün ayırma çabası gerçeklik ve kurguya ayrı ayrı tahammül etme eşiğine bağlıdır.
Kişiselleştirilmiş romancılık
Özkurgunun bize sunmuş olduğu bireysellik, aslında onun günümüzde neden hızla yükselişe geçtiğini ve günümüz için neden biçilmiş kaftan olduğunu açıklıyor. İyimser ya da kötümser bir anlam atfetme gereksinimi duymaksızın, zamanımızın aşırı-bireysellik zamanı olduğu tanımı doğrudan yapılabilir. Aldığımız herhangi bir ürün bize kişiselleştirilmiş olarak sunuluyor; restoranda menüyü ve yemeğin içindekileri biz belirliyoruz; kitapları kişiselleştirilmiş formatlara sahip. İnternet ise kişiselleştirilmiş olanın dışında neredeyse bir alan bırakmamışa benziyor. Sürekli birey olmamız gerektiği salık veriliyor. İnternette çok farklı kimlikler inşa ediyoruz – hepsi şu ya da bu şekilde kendi yaşamımızla bağlantılı. İdeal ve kurgusal benliklerimizle bir biçimde var oluyoruz. Bu cümlelerin yukarıda tanımladığımız özkurguyla olan benzerliğini vurgulamaya gerek bile yok. Dolayısıyla özkurgu günümüz dünyasında şaşırtıcı ve sıradışı olan bir türü değil, tam tersine doğal olanı, hatta olması gerekeni bize sunuyor.
İnternete bağlı okur yaşamıyla özkurgu arasındaki paralellik, okunmaya değer özkurgunun ne olduğu ve yazarların yaşamının neden “okunabilir” olduğu sorusunu ortaya çıkarıyor. Söz konusu bir “tür” olduğundan, özkurguda önemli olanın gerçekliğin kurgulanma biçimi olduğunun altını çizmek gerek. Bu tartışmaların listesi oldukça uzatılabilir, ancak özkurgunun bize kişiselleştirilmiş bir roman deneyimi yaşattığını kim reddedebilir ki? Yaşadığımız hayatları tüm sıradanlığıyla ve hatta sıkıcılığıyla kurgu olarak okumak şimdilik gayet güzel. Özkurguyla birlikte güzel olmaya en azından bir süre daha devam edecek.
* Joe Bunting, Fact, Fiction or Autofiction?
** Jonathan Sturgeon, 2014: The Death of the Postmodern Novel and the Rise of Autofiction
Görsel: Akif Kaynar, Mehmet İnanır
Yeni yorum gönder