Okumak da, yazmak da çoğunlukla tek başınayken yapılır. Yalnızlık dediğimiz meretse konu edebiyat oldu mu rahatlıkla kabul edilebilir, hatta yüceltilebilir. Hatta yalnızlık kimi yazarların evreninde başlı başına bir karakterdir. Aynı zamanda yazarların en yakın durduğu temalardan biridir yalnızlık. Yazarlar yalnız kalmayı da, yalnız kalmış karakterleri de severler çoğu zaman. Bu durum edebiyat dünyasında esaslı yalnızların doğmasını da sağlamıştır. Bu esaslı yalnızların birkaçını sizin için derledik:
• Jane Eyre – Charlotte Bronte
Charlotte Bronte’nin unutulmaz romanı Jane Eyre aynı zamanda romantik akımın en önemli eserlerinden de biri. Yazarının hayatından da derin izler taşıyan ana karakter Jane aslında bir yetimdir. Daha çocukluğundan başlayarak yanında yaşadığı aile tarafından dışlanmış ve yalnızlığa itilmiştir. Çocukken edindiği bir dost olan yalnızlık ilerleyen yaşlarda da yakasını bırakmaz. Daha sonra gönderildiği yatılı okulda yalnızlığı biraz dinse de okulunu bitirip öğretmen olduktan sonra hayata atılmak ister ve kendisini Mr. Rochester’ın evinde bulur. Bu evde giremediği bir odadan gelen korkunç kahkaha sesleri evde başka bir yalnız daha olduğuna işaret etse de Jane için yalnızlık her daim sadık bir dost, kadim bir gelenektir.
• Açlık – Knut Hamsun
Yalnızlığı kimlik edinmiş bir diğer karakter de Norveçli ünlü yazar Knut Hamsun’un Açlık romanındaki Andreas Tangen’dir. Yalnızlığın yanı sıra fukaralıkla da boğuşan ve hayatta tek gayesi yazar olmak olan bir gençtir Andreas. Adeta Knut Hamsun’un kağıda düşen gölgesi gibidir o. Açlık kendisini gösterdikçe yazma gayesi karnını doyurma gayesine dönüşmeye başlar. Üstelik Andreas öyle gururludur ki, kimselerden yardım isteyemez kolay kolay. Zaten yardım isteyecek pek kimsesi de yoktur etrafında, belki epeydir görmediği bir arkadaşına denk gelir, hepsi o. Yani açlığa karşı verdiği bu zorlu mücadelede Andreas’a elini uzatan tek şey yine yalnızlığıdır.
• Deniz Feneri – Virginia Woolf
Bir başka otobiyografik yalnızlıktır Virginia Woolf’un Deniz Feneri’nde işlediği. Bay ve Bayan Ramsay adeta Woolf’un anne babasının hayata dönmüş halleridir. Yine Woolf’un dünyasında yolculuklar dıştan değil içten yapıldığı için karakterleri de eninde sonunda yalnızlığa mahkumdurlar. Ramsey’ler bir aradadır bir arada olmasına ama manevi dünyalarında herkesin yolculuğu kendisine mahsustur. Bu manada Virginia Woolf yakınlık kavramını da yeniden tanımlar bir nevi. İki insanın yakınlık kurması hiçbir zaman göründüğü kadar kolay değildir.
• Çavdar Tarlasında Çocuklar – J.D Salinger
Ergenlik karanlık bir kuyuysa Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın ana karakteri ve anlatıcısı Holden Caulfield bu kuyunun en dibinde yatmaktadır. Okuldan atılır, arkadaşlarıyla kapışır, sevgilisini terk eder. Bir hayat kadınıyla ücreti mukabil kurulacak profesyonel bir yakınlığı bile kaldırmaz halet-i ruhiyesi. Dışarısıyla iletişim kurmaya öylesine gönülsüzdür ki Holden bir ara onu kimsenin tanımadığı bir yere kaçıp sağır taklidi yaparak yaşamayı bile düşünür. Etrafı insanlarla çevrili bir yalnızlık hikayesidir Holden’ınki.
• Paris Bir Şenliktir – Ernest Hemingway
Bu listedeki bütün yazarların yarattıkları karakterler altında kendi yalnızlıklarından bahsettikleri malum. Fakat Hemingway’ın durumu çok daha şeffaf. Ne de olsa burada adı geçen kurgu bir eser değil, bir anı kitabı. Hemingway’ın Paris’te geçirdiği beş yılı anlatan kitap, Hemingway’i dünya çapında bir yazara dönüştüren sürece ışık tutarken yazarın iç dünyasını da aydınlatıyor ister istemez. Paris’e dair notlarını tutarken henüz yirmilerinde, genç bir adam olan Hemingway Paris Bir Şenliktir’i yazarken ise ömrünün son demlerini yaşayan yalnız bir adam portresi çiziyor. Yani Paris Bir Şenliktir dostlar, sevgililer ve eğlence ile dolu bir hayat parçasının yalnızlıkla kavrulmuş bir çekirdekten doğmasıdır esasında. Tam da bu yüzden üzerinde taze yapraklar biten köklü bir ağaçtır bir nevi.
* Görsel: Selçuk Ören, Erhan Cihangiroğlu
* Kaynak: Guardian
Güzel bir yazı. Sıkılmadan okudum.
Yeni yorum gönder