Adab-ı muaşeret, ilk anda akla gelebileceği gibi, bir yemek masasında çatal ve bıçakları doğru bir sırayla dizmek yetisi değil. Bu kavramın içinde bugünkü kutuplu toplumumuzun bir fotoğrafını da bulabilirsiniz, cinsiyet eşitsizliğinin ince uçlarını ya da dünya haritasının kültürel kodlarını da. Öyle ya, bedenimizi nasıl taşıdığımız bizim kumaşımızı, kimliğimizi, siyasi görüşümüzü, kültürel konumumuzu, Batılıların deyimiyle “etiquette”imizi belirlemiyor mu?
Adab-ı muaşeret gözlemi yapmak herhalde en çok Türkiye gibi bol kültürlü bir ülkede zor. Herkesin bir başka ülkede çok daha rahat edeceği bir insan grubunu aynı ülkeye sıkıştırdığınızı düşünün. Komşun ile edep kodların arasında büyük farklar olduğunu. Sokaklar kimin? Bu ülke yönünü nereye dönüyor; ülkenin geçmişi nereden geliyor? Her gün başka bir kavga ve gürültüye sahne oluyor yaşamsal arenamız. Ne yazıktır ki bu suçun bir öznesi yok.
Köylü ile şehirli, şehre sonradan göçen ile kent yerlisi, Doğu ile Batı... Her şey o kadar çok birbirine geçmiş durumda ki! Türkiye’de yıllardır verilen ve son dönemde ayyuka çıkan kültür, gelenek ve aslında daha doğru bir söylemle adab-ı muaşeret savaşlarını, herhalde en iyi Türkiye’nin bu bol geçişli, “köprü ülke” konumu açıklayabilir. Ve elbette aynı zamanda, her bir bireyin ihtiyaçlarına göre yorumladığı, adab-ı muaşeret savaşlarıyla dolu tarihimiz.
Mükemmel ve Resimli Adab-ı Muaşeret Rehberi gibi dayatmacı yayınların olduğu Cumhuriyet’in ilk yılları, 60’lı yıllarda yaşanan kente göçün getirdiği adab-ı muaşeret çatışmaları; ardından gelen, kimsenin kendinden emin olamadığı karmakarışık dönem, köylünün denklemden çekilmesi - kentin adabı konusundaki anlaşmazlıklar ve bugün. Bugün, ne yazık ki, bugünün Mükemmel ve Resimli Adab-ı Muaşeret Rehberi’ni kimin yazacağı konusunda çatışıyoruz sadece. Resmi bir adabın olmaması gündemimizde bile değil, muaşeretin resmi adabının hangi tepeden ineceğine bakınıp duruyoruz. Kapağımıza taşıdığımız Ayşe Çavdar imzalı “Adab-ı Muaşeretin Sınıfsal Manzarası” başlıklı yazıdan alıntılıyorum o halde: “Kimbilir belki de ancak aynı anda hem bu kadar sıkışıp hem de bu kadar dağıldıktan sonra özgün bir adab-ı muaşeret üretebilecektir memleket. Ondan sonra görün siz edebiyatı, o da tadından yenmez artık...”
Umut dolu ve gerçekçi bir yorum bu. Çünkü resmi adab-ı muaşereti reddedeni müfredat kitapları yazmaz. Oysa, edebiyat pek az şeyi ıskalar.
Adab-ı muaşeretin sınıfsal manzarası
GÜLSÜN KARAMUSTAFA İLE SÖYLEŞİ
"Modernist baskı bitti, dayatma kültürü devam ediyor"
Yeni yorum gönder