Adınız, cisminiz her ne ise, her ne renk ve kumaştan giyinmeyi seçiyorsanız, yolda yürüyen adama sinirlendiğinizde ağzınızdan hangi kelimeler dökülüveriyorsa... Hep biraz da siyasi. Değil mi ki, bir fabrika işçisini bembeyaz kıyafetler içinde pek de göremezsiniz. Ya da Muhammet ile Deniz Devrim'in düğün daveti geçse elinize, her zamankinden bir saniye daha fazla düşünüp, parçaları bir araya getirmeye çalışırsınız.
Sadece bu değil. Şehrinizdeki binalar. Otoyollarınız. Taksicilerin en favori şarkıları. Akşamları, sokaklarınızda dolaşan insanların sayısı. Bulvarlarda, aşıklarınızın hal ve hareketleri. Devlet daireleri. Bayraklar. Akademi. Tiyatro salonlarının doluluk oranı. Mahallenizden bir teyzenin, bir sigara tüttürdüğünde yakınmaya başladığı dertleri. Okuduklarınız. Yazılanlarınız. Edebiyatınız.
Kafanızı nereye çevirseniz, siyasetin sihirli ve nemrut varlığının kokusunu alabilirsiniz. Bugün bir saat akşam haberlerini dinleseniz, akşam çayınızı biraz daha demli koyarsınız. İşte siyaset, akşamınızda!
Ve siyasetten en doğrudan etkilenen alanlardan birinin edebiyat olduğunu görmek işten değil. Bir yazar size kendi gözüyle gördüğü, kendi burnuyla kokladığı ve kendi kulağıyla duyduklarından başka ne anlatsın? Hal buyken, SabitFikir olarak düşünmek zorundaydık: Bugünkü kutuplu, nefretli siyasi ortamımız Türkiye'de edebiyatı ne yöne çekecek? Renk skalamıza neler eklenecek, nerelere doğru yöneleceğiz?
Sibel Oral çok kişiye sordu bu ve bunun gibi pek çok soruyu. Siyasi tarihimizin edebiyatımıza ne notlar düşeceğini (bizim gibi) merak edenleri, koskoca bir kapak çalışması bekliyor.
(Fotoğraf: Ertuğrul Yalçın)
Yeni yorum gönder