Resmi tarihin görmekte ve göstermekte isteksiz olduğu ne varsa, edebiyat görmeye hep meraklı oldu. Dikkatli bakarsanız, insanlık da. İnsanlığın (belki tam zamanında değil ama) bir gün elbet resmi yalanları reddetmesinden dolayı değil midir ki; yaşadıkları zamanın hakim şartlarınca ötelenen yazarlar, bugün hemen her gün bir yerde karşımıza çıkıyorlar, takdir ediliyorlar; bugünümüze karışıyorlar. Oysa, bu yazarlar çile çekerken bunu onaylayan, destekleyen ve hatta buna sebep olan “hakim sınıf” bizzat yazmayı hayal ettikleri tarih tarafından yutulmuş durumda.
Etrafınıza bakıp aldanmayın, insanlık aslında resmi tarihi sevmedi. Bu yüzden, vakti zamanında “hür” yaşamlar süren hakim sınıf; bugün tarih kitaplarının tozlu sayfalarına hapsolmuşken hapislere doldurdukları yazarlar bugün aramızda, yazılarımızda, dizelerimizde özgürce dolanıyorlar.
(Görsel çalışma: Aksel Ceylan)
Yazar dünyayı bir biçimde kavrar, bir yerinden kavrar, büker ve bir başkasına gösterir. Bütün derdi budur. Yani derdinin dermanı, refahta, bollukta veya huzurda hiç değildir. Gösterebilmektedir. Bu yüzdendir ki -bu ayki kapak konumuzu okuduktan sonra göreceksiniz- hapisten yazan yazarların dış dünyaları fevkalade değişirken, iç dünyalarında her şey bir dem daha oturuyor ve lezzetleniyor. Demem o ki, demir parmaklıkların ardından olmak onlara dünyayı başka bir açıdan algılama yetisi veriyor. Belki yanında biraz özlem, belki biraz burukluk. Ama hakim sınıfın, yazarları durdurması planıyla hesaba kattığı bu sözümona esaret, pek de durdurmamış gibi yazarları. Zaten hapisten yazdıkları mektuplara bakacak olursanız, hemen hepsinin esaretin yalnızca insanın kafatasının içinde yaşanan bir ruh hali olduğunu üstüne basa basa söylediklerini göreceksiniz.
Düşünür ve sanatçıların şu ya da bu biçimde, ama çoğunlukla da siyasi sebeplerden ötürü sokulduğu hapishanelerden yazdıkları mektupları konu alan kapak konumuz, “özgürlük” ve “esaret” kavramlarını yeniden düşünmek için bir fırsat olsun dilerim. Herkese, ama eğer mümkünse en çok da bugünün özgürlerine.
ece temelkuranlaşmak diye bir deyim var türkçemizde. başkalarının acılarını sanki kendi yaşıyormuş gibi pazarlamak, satışa çıkarmak. onlar hapis yatsın, biz romantizmini yapalım. ne kadar oryantalist. ama alıcısı bol. çünkü cehalet ve kültürsüzlük muazzam bu ülkede.
Yeni yorum gönder