Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Gabriel García Márquez’in “On İki Gezici Öykü”sü




Toplam oy: 135
Márquez, söylenceleri, gazete haberlerini, rüyaları, masalları, tesadüfleri, mucizeleri iç içe geçirip öykü dünyasının en etkili akımlarından birini temsil etmiştir: Büyülü gerçekçilik.

On İki Gezici Öykü, Gabriel García Márquez’in (1927-2014) gerçekler ve düşleri iç içe anlattığı büyülü gerçekçilik yaklaşımını en iyi yansıtan, onun baş eserlerinden biridir. Kitap, Márquez’in on sekiz yıl boyunca aralıkla birkaç kez yazdığı öykülerin bir araya getirilmesiyle oluşur.

 

Márquez pek çoğunu yeniden yazdığı bu öykülerin yayın serüvenini şöyle izah eder: “Öykülerin hepsini hummalı bir sekiz ay içinde yeni baştan yazdım ve bu süre içinde gerçek yaşamın nerede bitip hayal gücünün nerede başladığını kendi kendime sorma gereğini duymadım. Yazı yazmam öylesine akıcı bir hâl almıştı ki sırf anlatma zevki için yazdığımı hissediyordum.” Bu sözleri aslında “büyülü gerçekçilik” yaklaşımının da bir tanımıdır.

 

“BİR POYRAZ BOŞ YERE ESMEZ”

 

Gabriel García Márquez, söylenceleri, gazete haberlerini, rüyaları, masalları, tesadüfleri, mucizeleri iç içe geçirip öykü dünyasının en etkili akımlarından birini temsil etmiştir: Büyülü gerçekçilik. Böylece Márquez “şirazesinden çıkmış gerçekliği” yeniden tanımlarken, inançlarıyla, toplumsal yaşayışıyla Latin Amerika tarihine eğilmiş ve gerçeği; hayal, düş, olağanüstü ve fantastiğin penceresinden yorumlamıştır. Kuşkusuz bizim için olağanüstü olan şeyler hayatın kendisi için olağanüstü değildir. Olağan ya da olağanüstü biz yaşayanların ürettiği bir kavramdır. Hayatta böyle bir ayırım yoktur. Márquez işte bu bakış açısıyla öykülerini kurgulamıştır.

 

Gündelik hayatta yaşanması neredeyse imkânsız olaylar, durumlar, Márquez’in yarattığı büyülü atmosferde, hemen yanı başımızda oluyormuş kadar gerçeğin doğasına dönüşür. Bir koku boş yere kasabaya yayılmaz, bir poyraz boş yere esmez. Poyraz, sadece biri için gelir, bir ölüm için, o adam öldükten sonra da diner (Poyraz). Çünkü tuhaf, olağanüstü olaylar, gerçeğin ortaya çıkışına hizmet etmektedir. Bütün bunları da bir biçem ustalığıyla gerçekleştirir. İç konuşma ve bilinç akışı tekniğiyle, tamamen şiirsel ritme yaslı, bazen uzun uzun cümlelerle bazen tümüyle çağrışımdan beslenerek, betimlemenin gücünden de yararlanarak kendini soluk soluğa okutan öyküler çıkarır ortaya.

 

Kitaptaki öyküler, hayatın olağanüstü yanıyla karşılaşıp bir çarpılma yaşayan insanların dünyasına eğilir. Basit, sıradan bir gün küçücük bir olayla âdeta bir kâbusa dönüşür. Genç kız parmağındaki küçücük bir yaradan ölür (Karda Kan İzlerin), sadece telefon edeceği bir yer arayan kızın yolu ömür boyu kalacağı, hayatının kararacağı deliler evine çıkar (Ben Yalnızca Telefon Etmeye Gelmiştim). İnsanlar hayatın en acımasız gerçeğini kavrayamadan, ne anlama geldiğini çözemeden, ölümü bile sıradan bir olgu olarak algılar.

 

GERÇEKLİĞİ HAYAL GÜCÜYLE ÖZGÜRLEŞTİRİR

 

Carlos Fuentes’in deyişiyle Márquez “gerçekliğe ait eş zamanlı uzamların hayal gücü yoluyla özgürleşmesini” sağlamıştır. Gabriel García Márquez, “Ağustos Korkuları”nda anlatıcının gerçeküstü olaylara bakışını dile getirir. Bir şato ziyaretine giden anlatıcıya, yolda rastladıkları yaşlı kadın şatonun tekin olmadığını söyler. Anlatıcıyla eşi, kadının saflığına gülüp geçerler: “Bu zamanda dedim –kendi kendime–, hayaletlere hâlâ inanan biri olması ne aptallık.” Oysa anlatıcı, gece şatoda farklı bir odada yatmasına karşın, şövalyenin odasında uyanır.

 

“Kendimi Rüya Görmek İçin Kiralıyorum” öyküsü tipik bir büyülü gerçekçilik örneğidir. İşi sadece rüya görerek para kazanmak olan kahraman, rüyaları aracılığıyla para aldığı insanların günlük kaderlerini çözer, yorumlar. “Senora Forbes’in Mutlu Yazı” öyküsü yine büyülü gerçekçilik yaklaşımıyla yazılmış, gizem ve korku ögelerine yaslı bir intiharı konu edinir. “Işık Su Gibidir” öyküsü büyülü gerçekçilik örneği olarak aynı iz üzerinde yürür: “Işık su gibidir, insan musluğu açar ve o da akar” yaklaşımıyla ışık artık sudur: “Evde başlarına buyruk kalan çocuklar, kapılarla pencereleri kapadılar ve salonda yanan lambalardan birinin ampulünü kırdılar. Kırık ampulden altın rengi taptaze bir ışık seli boşandı; derinliği dört karışı bulana kadar beklediler. O zaman elektriği kapadılar, sandalı çıkardılar ve evin odaları arasında gönüllerince dolaştılar.” Bu masalın sonunda çocuklar yoğun ışık altında boğulacaklardır. Hem de ne denizi ne de ırmağı olan Madrid’de.

 

SERİNKANLI ANLATIM

 

Márquez duygu aktarımında, atmosfer yaratmada, sahnelemede dili incelikle kullanır. Mutsuzlukları, acıları anlatırken melodrama düşmeden mutsuzluğu, acıyı estetize ederek sanat katına yükseltir. Yedi yaşındaki kızının çürümeyen cesedini papaya iletmek ve azize yapmak için Vatikan’a gelip yirmi iki yıl bekleyen babanın dramını soğukkanlılıkla anlatır. (Azize) Yalnız, hayatta hiç kimsesi olmayan yetmiş altı yaşındaki hayat kadınının, ölmeden önce seçtiği mezar yerine götürüp, mezarı olacak yerde, hayattaki tek dostu köpeğine ağlamayı öğretmesi, melodrama düşmeden içe işleyen bir yalnızlık ağıdına dönüştürür. (Maria dos Prazeres) Onun en başarılı yanı işte bu abartısız duygu aktarımıdır. Bu serinkanlı anlatım onun bütün bir öykü serüvenine sinmiştir. Márquez kitap boyunca hep gizli gizli ağlayan karakterlerin melankolik hâlini anlatmasına karşın gözyaşı sömürüsüne düşmez.

 

Öykülerinde sakin, serinkanlı anlatımla kötülükleri gözler önüne serer. Ama bunu yaparken sessiz ve hiçbir şey söylemiyormuş gibi örtük bir şekilde yapar. Ülkenin siyasi durumunu değerlendirmeden, kahraman bir cümleyle durumu özetler. Hayat kadını, yönetimle ilgili bir cümle kurar, o kadar.

 

 

“İyi Yolculuklar, Sayın Başkan”, tipik bir Márquez öyküsüdür. Devrik bir başkan ve onun en aciz anındaki insanlık hâlleri… Devrik başkan hastalığı için İsviçre’ye gittiğinde, herkesten gizli hayatta kalmaya çalışır: “Hayatımın en büyük zaferi, kendimi unutturabilmek olmuştur.” Ama onun yattığı hastaneye ambulans şoförü olarak giren bir yurttaşı tarafından tanınacaktır. Bu arada ülkelerindeki siyaset, demokrasi konuları öyküde işlenirken, menfaatin her şeyin üstünde olduğu vurgulanır. “Zehirlenmiş On Yedi İngiliz” öyküsünde, Arjantin’den Roma’ya Papa’yı görmeye giden Dul Bayan Linero’nun gizemli yolculuğu ve yaşadığı hayal kırıklığı hikâye edilir. Bahtsız Linero otuz yıl kendini bilmeden yatan eşinin yanında bir ömür çürütmüş, sadece inancıyla hayata tutunmaktadır. Şimdi tek dileği Papa’yı görmektir. Ama Papa sadece kralların günahlarını çıkarmaktadır. Linero’nun tek rutini ise ağlamaktır. “Uyuyan Güzelin Uçağı” öyküsünde anlatıcının bir uçak yolculuğunda gördüğü bir güzel ile ilgili duyguları anlatılır.

 

On İki Gezici Öykü, Gabriel García Márquez’in ve öykü türünün başyapıtlarından biridir. Kitaptaki özellikle “Maria dos Prazeres”, iyi öykünün tüm özelliklerini bünyesinde barındıran emsalsiz bir metin olarak belleklerde yer eder.

 

 

ON İKİ GEZİCİ ÖYKÜ
Gabriel García Márquez
ÇEV: İnci Kut
CAN YAYINLARI

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.