“Yüzü güçlü –çok güçlü– bir kartal gibiydi; ince burnunda yüksek bir kemer, tuhaf bir şekilde kemerli burun delikleri vardı; alnı azametle kubbeleniyordu ve şakaklarındaki saçlar seyrekti, ama başka yerlerde boldu. Kaşları gürdü, burnunun üzerinde neredeyse bir araya geliyorlardı ve kendi gürlükleri ile kıvrılıyor gibiydiler. Ağzı, ağır bıyığının altından görebildiğim kadarıyla, kararlı ve zalim görünüşlüydü; tuhaf bir şekilde keskin dişleri vardı, bunlar dudakların üzerine çıkıntı yapıyordu. Dudaklarının dikkat çekici kırmızılığı, o yaştaki bir adam için hayret verici bir canlılığa işaret ediyordu. Kulakları solgundu ve tepeleri oldukça sivriydi; çenesi geniş ve güçlüydü ve yanakları zayıf, ama diriydi. Yarattığı genel etki, sıradışı bir solgunluktu.”
Yukarıdaki portre, tüm zamanların en etkili karakterlerinden birine ait. ‘Keskin dişler’ ve ‘sıra dışı solgunluk’tan da anlaşılacağı gibi bu özellikler, hiç kuşkusuz, Kont Dracula’yı işaret ediyor. Jonathan Harker, misafir olduğu evin sahibini inceleme fırsatına sahip olduğu anda fark ettiği ayrıntıları günlüğüne böyle yansıtmış. Sonrasında Kont, adını duyduğumuz anda kafamızda canlanan imgeyle örtüşen bir görüntü de verecektir Harker’a: “Kapağı kaldırıp duvara dayadım; ve sonra ruhumu korku ile dolduran bir şey gördüm. Kont orada yatıyordu, ama sanki gençliği yenilenmiş gibi görünüyordu, çünkü beyaz saçları ve bıyığı karanlık bir demir grisine dönüşmüştü; yanakları daha dolgundu ve beyaz derisinin altı yakut kırmızısı görünüyordu; ağzı her zamankinden de kırmızıydı, dudaklarında taze kan damlaları vardı ve ağzının kenarlarından aşağı akıyor, çenesinden ve boynundan süzülüyordu.” (Bram Stoker, Dracula, çev. Niran Elçi, İthaki Yayınları, 2003)
Kont Dracula’dan köken alan vampir mitosunun dünya çapında bu kadar yaygınlaşmasının arkasında, elbette, beyazperdenin devreye girmesi yer alıyor. Kont Dracula’yı anlatan ilk örnek olarak 1922 tarihli Nosferatu’yu biliyoruz. Ancak Dracula’yı Dracula yapan uyarlama, yönetmenliğini Tod Browning’in üstlendiği 1931 yapımı olan film; popüler kılan unsur ise, efsanevi aktör Bela Lugosi… Vampirlerin dünyasında günümüze kadar hangi yollardan geçildiğini bu dar alanda tek tek ele almak imkansız. Ama ulaşılan son noktaya değinebiliriz; bilindiği gibi, en son parıl parıl parlayan vampirleri bile gördük! Daha az bilinen ise, en azından Türkçede, Kont Dracula’nın yaratıcısı Bram Stoker’ın diğer eserleri…
Klasik bir gizem romanı
Dracula, Stoker’ın aslında beşinci romanı. Toplamda onun üzerinde romana imza atmış olmasına rağmen; Türkçede Dracula haricinde yalnızca iki romanının daha çevrilmiş olduğunu görüyoruz. Bunlardan biri de, Yedi Yıldız Mücevheri. Yedi Yıldız Mücevheri, korku edebiyatının/sinemasının en az vampirler kadar ünlü bir başka unsuruna, Mısır’a/mumyalara dayanan bir hikayeye sahip. Üstelik, ilk sayfaları bir ‘kapalı mekan polisiyesi’ olarak da okunabilir.
Yedi Yıldız Mücevheri, 'klasik' bir Mısır gizem romanı okumak isteyenlerin beklentilerini karşılayacaktır.
Babasını evlerinde başında, kolunda bir yarayla ve kana bulanmış çarşafların içinde şuursuz bir halde bulan Bayan Trelawny, kendisine destek olması için yakın bir zaman önce tanıştığı ve belli ki etkilendiği avukat Malcolm Ross’u çağırır. Böylelikle, gelişmeleri Ross’un gözünden izleyen bizler de olaya dahil oluruz. Bayan Trelawny’nin babasının başına tam olarak neyin geldiğinin anlaşılamaması ve doktorun, müfettişin, hemşirenin, hatta hizmetlilerin anlam verme çabaları, hikayenin yukarıda söz ettiğimiz polisiye atmosferini oluşturuyor. Sürekli yedi (7) sayısının etrafında dönen, Mısır’a ait olduğu her halinden belli nesnelerle dolu oda da; hikayenin gizem yönünü destekliyor. Örneğin Bayan Trelawny’nin babasının şuursuz ve yaralı olarak bulunduğu odasını şu şekilde anlatıyor Ross: “Oda ve içindeki her şey, insanın içinde tuhaf düşünceler uyanmasına neden oluyordu. Etrafta eski çağlardan kalma o kadar çok eşya vardı ki insan farkında olmadan kendini garip diyarlarda, garip zamanlarda buluyordu. Her taraf, üzerlerinden hiç çıkmayacakmış gibi duran sakız ve baharat kokuları içindeki mumyalar ve mumyalarla ilgili maddelerle kaplıydı.”
Netameli havası, kısa kısa bölümlerle heyecanı sürekli diri tutabilen yapısıyla; parıl parıl parlayan ‘garip’ vampirler gibi, yalnızca bilgisayar teknolojisi harikası mumyaları izleyebildiğimiz bugünlerde, ‘klasik’ bir Mısır gizem romanı okumak isteyenlerin beklentilerini karşılayacaktır diye düşünüyorum Yedi Yıldız Mücevheri’nin. Yalnızca zaman zaman bir anda ‘eklenmiş’ (‘dahil olmuş’ değil) gibi görünen karakterler, bir anda adeta nedensizce yüz seksen derece değişen durumlar kurguyu sekteye uğratıyor gibi görünüyor.
Yedi Yıldız Mücevheri 1903’te ilk yayımlandığında ‘dehşet verici’ sonu, olumsuz eleştirilere neden olmuş. Bunun üzerine Stoker, ölümünden kısa bir süre önce romana yeni, ‘mutlu’ bir son yazmış. Türkçede iki farklı çevirisi yer alıyor romanın. (Bu yazıda İthaki’nin yayımladığı versiyonu esas aldık; diğeri Tılsım adıyla Arvo Yayınları tarafından 2011’de yayımlanmış.) Ancak, Türkçe çevirilerin, burada elbette nasıl sonlandığını ifşa edecek değiliz!
Yedi Yıldız Mücevheri, Bram Stoker’ı ‘Dracula’nın yazarı’ olarak anmaktan vazgeçirecek bir romanı değil belki; diğerleri de öyle olmayabilir. Ancak yine de, Türkçede okuma imkanına kavuşmak isteriz…
Yeni yorum gönder