Eserleri elliden fazla dile çevrilmiş, 500 milyonun üzerinde satmış, romanlarının pek çoğu beyazperdeye de aktarılmış, bazılarını bir gün içinde dahi tamamlayabildiği söylenen bir yazar Georges Simenon. Baskın karakterli ama daha da önemlisi hayret verici derecede üretken bir yazarın, üzerine çeşitli gölgelerin düştüğünü ve bu nedenle ‘bilinmez’, ‘tanınmaz’, ‘görünmez’ olduğunu söylemek inandırıcı gelmeyebilir. Ancak Türkçe söz konusu olduğunda, makus bir talihle karşı karşıya kalmış hep Simenon. Yine de Simenon’un Türkçede tümüyle göz ardı edildiği söylenemez; yıllar içerisinde farklı yayınevlerinden çıkan Simenon kitapları bir ‘yekun’ oluşturuyor ama yeterli hiç değil (Simenon külliyatı, ‘önemli bir yekun’ ifadesini kullanmaya her zaman engel). Bunlar arasında en yakın tarihliler 90’lı yıllarda Nisan Yayıncılık tarafından yayımlanan Maigret Serisi. Nisan Yayıncılık, yaklaşık on beş romanın ardından seriye son vermişti. Daha sonra ancak 2003’te Koç Kitaplığı’ndan üç Simenon kitabı daha okuyabilmiştik.
Simenon kitaplarını bir seri mantığıyla yayımlama konusunda en ‘yeni’ girişim 2008 yılı içinde art arda dört kitap çıkaran Kabalcı Yayınları’ndan gelmişti. Seriyi takip etme kolaylığı sağlaması açısından ‘sırt kodlarıyla’ raflardaki yerini alan ve Simenon’un hem ünlü karakteri Komiser Maigretli hem de Komiser Maigret'siz kitaplarını gün yüzüne çıkarma iddiasıyla başlanan bu girişimden, şimdiye kadar, 2008’de art arda yayımlanan dört roman dışında (Kanaldaki Ev, Bella’nın Ölümü, Hollanda’da Bir Cinayet ve Flamanların Evinde) herhangi başka bir Simenon eseri ortaya çıkmadı maalesef. Oysa Kavşaktaki Gece, Trenlerin Geçişini İzleyen Adam, Gölge Oyunu gibi romanlarını da bekliyorduk Simenon’un. Yayınevinin yaptığı açıklamaya göre, “Türkçede dağınık halde bulunan, yeteri kadar tanınmayan ve eksik Simenon eserleri okuyucunun rahat takip edebileceği biçim ve seriyi takip etmesini kolaylaştıracak fiyatı ile polisiye edebiyatta layık olduğu yere kavuşacak”tı.
Komiser Maigret’nin gölgesinde kalmış ‘Maigret'siz romanlar
Burada amacımız elbette bir malumatfuruşluk gösterisi yapmak değil ya da iç dinamiklerine vakıf olmadan bazı yayınevlerini sıkıştırmaya, zorlamaya çalışmak; belki yalnızca bir hatırlatma çabası olarak değerlendirilmeli bu cümleler. Özellikle de Simenon’un bazı romanlarının Sait Faik, Bilge Karasu, Oktay Rifat, Nurullah Ataç, Oktay Akbal, Tahsin Yücel, Erhan Bener gibi edebiyatçılar tarafından Türkçeye kazandırıldığını düşününce... Oysaki normal şartlar altında bu yazının amacı, Simenon’un meşhur Komiser Maigret’sinin gölgesinde kalmış ‘Maigret’siz romanları’nın etkileyiciliği olmalıydı. Örneğin Bilge Karasu çevirisiyle okuduğumuz Bella’nın Ölümü romanı.
Fazla ayrıntıya girmeden söylemek gerekirse; Bella’nın ölümüyle tüm gözlerin üzerine çevrildiği ‘kendi halindeki’ Spencer Ashby’nin çevresindeki mengenenin yarattığı baskıyı, kitabı okurken bile somut olarak hissetmek mümkün... “Binlerce kişi her hafta yollar boyunca kazaya uğrayıp ölüyordu; her gece binlerce kişi yataklarında can veriyordu, ama bunlar toplumsal yapıda herhangi bir yangına yol açmıyordu. Ama bir kız, bir Bella Sherman boğulmaya görsün, bütün hücreler kaynaşmaya başlıyordu. (...) Topluluğun hayatta kalması söz konusu oluyordu da ondan değil miydi bütün bu gürültü? Biri kuralları çiğnemişti. Kuralların dışına çıkmış, yasalara meydan okumuştu; işte bu biri, bir yıkım öğesi olduğu için ele geçirilmeli, cezalandırılmalıydı.”
Simenon’un Komiser Maigret karakterinin, ölümsüz detektifler arasında Holmes ile yan yana durduğu hep söylenegelmiştir. Gerçekten de pipoya ve içkiye düşkünlüğü, yaşlanışına tanıklık etmek, karısıyla ilişkisine dair ‘insani’ ayrıntılar Maigret’yi öylesine kanlı canlı bir hale getiriyor ki, bu ilgi çekiciliğin gölgesinden bütün diğer Simenon karakterleri payını alacaktır hiç kuşkusuz. (Bu arada Maigret’nin okurla ilk buluştuğu roman olan 1931 tarihli Letonyalı Pietr da, bu yıl içinde Feniks Yayınları tarafından yayımlandı.) Ancak bütün bunların ötesinde artık genel olarak Georges Simenon’un üzerinden de gölgelerin kalkmasını; 450 kadar roman ve novellaya imza attığı söylenen bir yazarla karşı karşıya olsak da külliyatının en azından ‘önemli bir yekun’unun Türkçeye kazandırılmasını ısrarla bekliyoruz!
Geçtiğimiz günlerde "Eminönünde Avrenos'un Meyhanesi" okurken, neden bu denli az yayınlandığını düşünmüştüm... Neredeyse hiçbir ağdalı sözcüğe yer vermeden, aslında "üslupçu" da olmaksızın nitelikleri kendisine özgü bir yazar.
Yeni yorum gönder