Bizim kelebek kısa bir bahar tatilinden döndü geçenlerde. Yolculuğunu gözüne kestirdiği araçlara konarak gerçekleştirmiş. Eve pek bir heyecanlı girdi ve “Yolculuk ettiğim son aracın şoförü trafikte öylesine çılgınca gidiyordu ki eve sağ salim varmış olmam bir mucize!” dedi bir solukta. “Üstelik yol boyunca mayısın ilk haftası kutlanacak olan Trafik Haftası’nın duyuruları da vardı ama o hızda giderlerken okuyabildiler mi şüpheliyim.”
O halde bile okumaktan bahsediyordu bizimki. “Belki de Ballard’ın Çarpışma’sındaki karakterlerden biridir. Bu hiç aklına gelmedi mi?” diye bir takılayım istedim. “Çarpışma zaten trafiğe her çıkışımda aklımdan mutlaka bir geçer, eminim o kitabı okuyan herkesin aklından geçtiği gibi. Ballard ne ilginç bir edebi deha değil mi? Otomobiller ve çarpışan araçlar aracılığıyla bir yandan otomobilleri cinsellik ve teknolojinin buluşma yeri olarak gösteriyor, oto-erotizm diye ilginç bir başlık açıyor, bir yandan da insanoğlunun bilinçaltındaki saklı şiddet duygusunu trafik kazalarıyla açığa çıkarıyor,” diye yorumladı hemen. “Ama,” dedi, “bana ilginç bir şekilde Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ı da aynı duyguyu çağrıştırır biliyor musun?” Bir kanat çırpışı kütüphanesine uçtu ve Yeni Hayat’tan bir paragraf okumaya başladı hemen: “Konya’da trafik polislerinden aldığım bir bilgi üzerine soğuk bir bahar gecesi, Tuz Gölü yakınlarında bir yerde, çölün ıssızlığında kafa kafaya tokuşan iki otobüse yetiştim. Mutlu ve hararetli buluşma anının gürültüyle patlaması üzerinden yarım saat geçmişti, ama hayatı yaşanılır ve anlamlı kılan o sihir havadaydı daha. Polis ve jandarma araçları arasından, ters dönmüş otobüslerden birinin kara tekerleklerine bakarken yeni hayatın ve ölümün hoş kokusunu aldım. Bacaklarım titredi, alnımdaki dikiş izleri sızladı, bir randevuya yetişir gibi şaşkınlar arasından yarı karanlığın sisi içerisine doğru kararlı kararlı ilerledim.” Evet, benzerlik şaşırtıcıydı gerçekten de! Edebiyat bir kez daha iki yazarı, trafik kazaları gibi tuhaf bir metafor üzerinden insanoğlunun bilinçaltında saklı duran şiddetin farklı bir yorumuyla birleştirmiş, varoluş kavramına yeni bir boyut getirmişti.
Kelebek trafik kazalarının kaderler üzerindeki doğrudan etkilerini konu alan birkaç kitabı anımsadı sonra. Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’sindeki hikayenin tüm akışını bir anda değiştiren kaza sahnesini, bizde Sadist adıyla yayımlanan Stephen King’in Misery’sindeki trafik kazası sonrası sadist bir hemşirenin evinde mahsur kalan yazarın öyküsünü (ki kahramanın yazdığı romanın adı da 'Hızlı Arabalar’dır bu arada!) ve son olarak Ian McEwan’ın bir post-11 Eylül romanı olan Cumartesi’deki kahramanın gün içinde karıştığı trafik kazasını...
“Trafik kazaları ve otomobiller, edebiyat için zengin bir metafor kaynağı olduğu kadar, kurguda dramatik değişikliklere olanak sağlayan bir araç olarak da yazarlar için müthiş kullanışlı bir temadır.” diyen kelebek, “Yine de siz siz olun aracınızı kullanırken dikkatli olun, heyecan duygusunu kitaplara bırakın. Zaten onlar biraz da bunlar için var!” diyerek mesajını vermeyi de ihmal etmeden, pencereden dışarıya hafifçe süzülüp uçtu.
Yeni yorum gönder