Bu ay neşeli bir tema peşinde ilerlemeyi hayal ederken, benim kelebek, tabii gene beni dinlemeyip kendi istediği konuya konuverdi. Sanırım benden daha güçlü bir sosyal sorumluluk duygusu var, çünkü benim sıradan dileğime inat, bu ay çok önemli bir konuyu seçti; kürtaj meselesini… Belli ki geçtiğimiz aylarda gündemimizden düşmeyen bu konu üstünde kafa yormuş çünkü fal tutar gibi elime aldığım ilk kitap, bu tema çerçevesinde şekillenen son derece sert ve çarpıcı bir öyküyü işliyor. Hillary Jordan'ın Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Uyandığında’sı, adeta kürtajın yasak olduğu bir toplumun gidişatını görmemiz için yazmış gibi! Öykü yakın bir gelecekte, din devleti haline gelmiş bir ABD’de geçiyor. Bu yeni dünyada, kürtaj da cinayetle eşdeğer olarak görülen, en büyük suçlardan biri olarak kabul ediliyor. Romanın kahramanı ideal genç kız Hannah, sırf kürtaj yaptırmak zorunda kaldığı için (ki yasa dışı yaptırmak zorunda kaldığı bu kürtaj da anlatılıyor kitapta) yaşamı tam anlamıyla mahvoluyor, neyse ki sonunda içindeki büyük güçle kendini yeni baştan yaratmayı başarıyor. Distopik bir roman olan Uyandığında, kürtajın yasak olduğu ve en büyük baskıyı kadınların gördüğü totaliter ve erkek egemen, aşırı baskıcı bir dünyanın tehlikelerini görmemiz açısından son derece etkileyici bir öyküyü anlatıyor.
(Çizim: Kira Kampbel, Capilano Courier)
Bu etkileyici romanı okurken bu kez geçmiş okumalarımda bir kelebek uçuşuna çıkıyorum gayri ihtiyari. Önce bir dize çarpıyor kulağıma, Adam Yayınları'nın bastığı T.S. Eliot’ın Çorak Ülke’sinden; “…Utanmalısın, dedim, böyle yaşlı görünmekten / (Oysa, ancak otuz birinde) / Elimden, ne gelir, dedi, suratını asarak / Hep aldığım o haplar, düşürmek için, dedi / (Beş tane vardı, minik George’da az kalsın ölüyordu.)…” Kadınlar önce hep bu mucize haplardan medet umar ama sonunda yasa dışı ve korkunç uygulamalara boyun eğmek zorunda kalırlar. İşte Jean Rhys’ın Can Yayınları'ndan çıkan Karanlıkta Yolculuk’u tam da böyle bir durumu anlatır. Anna, önce kurtuluşu haplarda arar ama istediği sonuç meydana gelmeyince kendini neredeyse ölümden döneceği, doktor bile olmayan bir kadının elinde operasyona teslim eder. Edith Wharton’ın Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıkan Yaz Bitince’sinde romanın ana kahramanı genç kızın da hamile kaldıktan sonra önce benzer bir şekilde yasa dışı tekinsiz bir kadın kürtajcıya gittiğini ancak sonra planından vazgeçerek hiç istemeden de olsa, kendisini taciz ettiğini bildiğimiz, üvey babasıyla evlenmek zorunda kaldığını görürüz.
Kısa bir süre önce bizde de yayınlanan Christopher Isherwood’un Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Hoşça Kal Berlin’inde de yine yasa dışı ve dolayısıyla beceriksizce yapılan bir kürtaj nedeniyle neredeyse bir ölümden dönme vakasıyla karşılaşırız. Romanın uçarı güzeli Sally’nin başından geçenler esasında bize II. Dünya Savaşı öncesi Weimar dönemi Almanya’sında kürtajın yasa dışı olması nedeniyle genç kadınların sıkça karşılaştıkları bir durumu anlatır. II. Dünya Savaşı ve hemen sonrası İngiltere’sinde geçen Sarah Waters’ın Everest Yayınları'nın bastığı Gece Nöbeti’nin karakterlerinden biri de yine benzer şekilde yasa dışı bir operasyon geçirmek zorunda kalır.
Kürtaj nazik bir konu. Ben burada susuyorum. Yasaklanması nedeniyle kadınların yasa dışı uygulamalara mecbur kalmalarının sonuçları da, baskıcı bir toplumun önce kadınları ezen hareketlerinin esasında toplumu nasıl zehirleyip yok ettiğinin manzaraları da hep edebiyat tarihinde mevcut. Konu hakkında hala kafası karışık olanlar varsa bir zahmet kitaplara sorsunlar!
Şimdi bende kitabın tanıtımını okuduğumda herkes gibi bir disütopya ile karşılaşacağımı sanıyordum hatta arkadaşlarla kendi aramızda Orwell'in 1984'ü gibi mi acaba diye de konuşmuştuk (tabi Orwell bu kitabı bilse ve bu benzetmeyi duysa yattığı yerde ters dönerdi şüphesiz).
Ama bu kitap bana göre disütopya felan değil hatta yanından bile geçmiyor...ya yazarın kendisi bunu yazmak istedi ama beceremedi ya da eleştirmenler -neye dayanarak bilemiyorum- böyle bir yorum yaptılar, ama bence değil... yani gelecekte geçmesi (ki tanıtımda böyle yazmasa kitaptan öyle bir his edinmiyorsunuz), bir takım teknolojik yeniliklerden bahsetmesi, suçluların derilerinin renginin boyanması gibi bilim kurgu efektleri disütopya demek değil... benim anladığıma göre disütopya ...şu şu şu olaylar olabilir hatta oluyor ama insanlar bunu nasıl yapabilir veya sistem bunu nasıl dayatabilir biçiminde bir dehşet, bir inanamazlık, bir imkansızlık duygusu yaratması aynı zamanda bununda olabileceğinin hissedilebilmesi lazım....
bu kitapta hiç böyle olmuyor sanki olaylar bizim gibi ülkelerin küçük, aşırı muhafazakar, aşırı dindar, dışarıya kapalı bir kasabasında ve bugünde geçiyor gibi ... hiç inanamazlık duygusu yok yani... renklendirme vs. yi geçersek ( ki kitabın tamamında neredeyse her satırında bu yazılı olmasına rağmen kızı bir türlü kırmızı olarak düşünemedim hiç öyle bir duygu vermiyor) bugün her toplumda yaşanan (hatta bizim gibi ülkelerde daha çok yaşanan) cahil genç bir kızın (kızın topluma başkaldırıyı içeren isyankar duyguları var kendisinin bile çok farkında olmadığı) evli bir adama aşık olması, ondan hamile kalması ve çocuğu aldırması sonucunda toplumun gözünde lekelenmesini anlatıyor (bugünle aradaki tek fark orada kürtaj daha kötü olarak görülüyor zina değil, bugün ise; eylemi bir nebze örttüğü için kürtaj ikinci plana düşebilirdi)....tabi toplumdan kaçarken veya hayatta kalmaya çalışırken başına gelenler ise (hani tanıtımda bir yol hikayesi olarak söylenilen) kötü bir dizi senaryosu gibi....
kitabın asıl anlatmak istediği, din sorgulaması aslında diğer tüm konuları buna alet ediyor... tanrı var mı?? varsa nasıl bir tanrı ? ( ki kitabın sonunda kendince bir cevap buluyor) insan hayatına yön veren kader mi?? özgür irade mi?? sorularını soruyor... ama bunu o kadar insanın gözüne sokarak yapıyor ki bir edebi eserde bana incelikten çok yoksun geldi... hatta o kadar ileri gidiyor ki dinin yasak, günah olarak nitelediği eylemleri / seçimleri (kürtaj, eşcinsellik vs.) tek tek çürütmek için roman kahramanı kızı hayatında hiç öyle bir eğilim göstermemesine, delicesine bir adama aşık olmasına rağmen bir eşcinsel ilişkiye soktu onu da tıpkı kürtajda olduğu gibi sorgulattı ve aradan çıkardı saçma bir şekilde....
kitabın hakkını yememek için; yalnızca renklendirme işleminin yapıldığı hapishane hayatının anlatıldığı 40-50 sayfa kadarlık bölüm iyiydi hakikaten ve disütopya olarak adlandırılabilecek kısımda buydu zaten... ama tabi bu tüm kitabı kurtarmaya yetmiyor...
bunların dışında çok sade bir dili, sürükleyici bir anlatımı var hiç zorlanmıyorsunuz okurken.. tek bir kelime ile yazmak gerekirse; kürtaj vb. konuların yasak olmasına (ki hiçbir şekilde katılmıyorum ) dikkat çektiği için okunabilir ama VASAT bir roman olmasını değiştirmiyor....
Yeni yorum gönder