Kırık bir kemik büyük bir azap kaynağından başka ne olabilir ki? Ama söz konusu edebiyatsa, o kırık kemikten bile sarsıcı bir eserin doğduğuna tanık olabilirsiniz. Tıpkı Albertine Sarrazin’in Aşık Kemiği’nde (Everest) yaptığı gibi… Sarrazin, gerçek yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığı romanında, cezaevinden kaçarken kırdığı ayak bileğiyle başladığı yeni yaşamını ve kırık bir kemiğin bir yaşamda nasıl bir kırılma anına da neden olabileceğini anlatıyor. Kanun kaçaklığı ve aşkın iç içe geçtiği bu sarsıcı romanın iki ana kahramanı, görünürde Anne ve Julien olsa da, Anne’ın hayatı boyunca sürüklemeyi sürdürdüğü kırık bileğinin de başlı başına bir karaktere dönüştüğünü görüyorsunuz, edebiyatın o tuhaf gücüyle. Bir insanın neredeyse tüm yaşamının odak noktası ve anlamı haline gelen bir kırık, kuşkusuz çok güçlü bir motif. Zaten ben de romanı okurken, bu gücü fark eder etmez bu ayın yeni kelebek macerasının başladığını da seziveriyorum.
Yanılmadığım bir sonraki kitap olan Mahir Ünsal Eriş imzalı Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde…’yi (İletişim) elime aldığımda kesinleşiyor. 80'lerin Güney Marmara’sında bir avuç çocuğun yaz kalabalıkları içinde geçen, birbiriyle kesişen, zaman zaman bugüne uzanan hikayeleri taşraya özgü bir hüzünle, 80'lerin nostaljisini ustaca bir araya getiren nefis öykülerden oluşuyor. İşte o öykülerden biri olan Bana Küstüler’de aradığımla karşılaşıyorum. Bu öykü 80'lerin gençler için hiç de kolay olmayan politik atmosferinde, kasabanın gençlerinin sahilde otururken başlarının bir başka grup ve polisle belaya girmesini son derece masum ve naif bir tonda anlatıyor. İşte o sahilde yanlışlıkla dayak yiyen, öykünün kahramanının aşık olduğu Fidan’ın dayaktan kırılan dizleri de, bir kez daha bir yaşamı ve kaderi geri dönülmez bir biçimde değiştiriyor. Bu kez o kırık bacakların sahibinin olmasa da, o gece Fidan’ın ve arkadaşlarının yanında durmadığı için yalnızlıklara terk edilen öykünün kahramanının…
Sıradaki kitap da yine bir öykü kitabı, üstelik aynı bir öncekinde olduğu gibi yaz döneminde geçen öyküleri anlatıyor. Bernhard Schlink’in çıkan Yaz Yalanları (Doğan) adlı kitabı gerçeklik algısı ve yalanlar üstüne kurulu nefis uzun öykülerden oluşuyor. Zarif üslubuyla da dikkat çeken bu öykülerden Ormandaki Ev’de, aradığım ‘kırığa’ rastlıyorum yine. Çok sevdiği yazar eşinin başarısını kıskanan, kendi de yazar olan bir kocanın, eşini türlü kurnazlıklarla bir orman evine nasıl kapatmaya çalıştığını, biraz mizahi ve hafif de ince bir gerilim eşliğinde anlatan öyküde; durumu fark eden kadının kızıyla birlikte arabayla kaçarken, ufak bir kaza sonucu kolunu ve kaburgalarını kırdığını görüyoruz. Vücudundaki kırıklar önemsiz ve çabuk iyileşecek olsalar da, kocasının deliliğinin farkına varan kadının hayatındaki dehşetli kırığın bir daha asla iyileşemeyeceğine tanık olduğumuz bu öykünün de ardından ‘kırık kemik’ metaforundan yola çıkarak yaşamdaki kırılma noktalarıyla yüzleşmemizi sağlayan bu ayki kelebek turumuz sona ermiş gibi hissediyorum. Ancak hala turu noktalayacak işaretle karşılaşmadığımın da farkındayım.
Aradığım işaret, Yaz Yalanları'ndaki bir diğer öykü olan Baden-Baden’daki Gece’de telaşlanmadan bekliyor beni. Sevgilisini aldatan bir adamın, kaçamağıyla yüzleşmek zorunda kalmasının eğlenceli öyküsünde, öykünün kahramanının aldatılan sevgilisinin adını gördüğümüz anda bu ayki çemberin kapandığını anlıyorum. Sevgilinin adı Anne; aynı Aşık Kemiği'nin romantik kanun kaçağının adı da olduğu gibi...
Yeni yorum gönder