Açık kalmış penceremin aralığından soğuk bir esintiyle birlikte bizim kelebek de kendini içeri atıverdi. “Uff,” dedi, “kış gelmekte!” Ve sonra bir çırpıda, artık o çok iyi bildiğim trans haline geçerek Pablo Neruda’nın Kış Bahçesi adlı şiirini okumaya başladı: “Kış gelmekte. Sessizliğe ve sarıya bürünmüş yavaş yapraklarla devredildi bana o muhteşem yazdırım./ Kardan bir kitabım, geniş bir el, bir kır, bekleyen bir çemberim ben, dünyaya ve onun kışına aidim (…)” Ben de biraz hınzırca, “Bekleme öyle balkonda sevgilini artık çoktan gitmiştir o, hem ne o öyle üstüne kanat yaymaklar falan!” dedim. Alındı biraz ama fazla da ses etmeden, “Neyse bari ben de kış kitaplarına gömüleyim en iyisi,” dedi ve Orhan Pamuk’un Kar’ını kapıp, mırıl mırıl okumaya koyuldu: “Karın sessizliği, diye düşünüyordu otobüste şoförün hemen arkasında oturan adam.
Bu bir şiirin başlangıcı olsaydı içinde hissettiği şeye karın sessizliği derdi.” Kulağım kelebeğin mırıltısında, ısınmak için sıcak çayımı yudum yudum içerken, benim de dimağımda kışa dair kitaplar belirmeye başlamıştı. Neruda’nın şiiri bana hemen ünlü “Kış geliyor!” repliğiyle George R.R. Martin’in Taht Oyunları serisini çağrıştırdı önce. Sonra Boris Pasternak’ın Doktor Jivago’suna uzandım ve ilk okuduğum zamanı anımsadım. Lara ve Doktor Jivago ile birlikte karlar altındaki buz tutmuş o yıkık dökük sarayda onlarla birlikte dolaşmayı kaç kez hayal etmiştim. Sonra aklıma Paul Auster’ın bu yılın başında çıkan Kış Günlüğü düştü. Auster, insanı yalnızca kış manzaralarıyla haşır neşir etmiyor, ruhumuzda saklı duran kışla da yüzleştiriyordu.
Dalmışım. Kelebeğin sesiyle kendime geldim. Aklımdan geçenleri anlamışçısına “Kış denilince benim aklıma nedense hep polisiyeler gelir,” dedi ve “başta Pekin’den Gelen Adam olmak üzere tüm Henning Mankell romanlarını özellikle öneririm,” diye ekledi. Dondurucu bir kışın hüküm sürdüğü bir İsveç’ten manzaralar sunan bu roman tabii ki aklıma tüm kasvetiyle İskandinav polisiyelerini getiriverdi hemen; Camilla Lackberg’ten Buz Prenses, Karin Fossum’dan Göl ve İskandinav olmasalar da aynı atmosferi yaratmakta usta Tess Gerritsen’den Buz Gibi Soğuk, Jess Walter’dan Körler Ülkesi…
Kelebek ekleyiverdi hemen, “Lütfen bizden de Ahmet Ümit’in Moskova’nın karlarında geçen Kar Kokusu’nu unutma!” Kısa bir bakışmanın ardından ne geleceğini biliyordum aslında, tabii ki kelebek için tüm zamanların favorisi olan Anna Karenina! “Anna Karenina’nın karlar altındaki tren yolculuğunu nasıl unutabilirsin? Aslında tüm Rus klasiklerine gömülmek için en iyi zaman kıştır,” diye bir solukta döktü içini. Sıcak çayımızın buharıyla buğulanan pencere camına ikimiz de burnumuzu dayadık ve kış boyunca okuyacağımız kitapların hayaline daldık, kulağımızda Ahmet Telli’nin Sıcak Bir Kış şiiri çınlarken: “(…) Ellerin nasıl da üşüyor, bozacının/ Karlı sesi doluyorken odamıza/ Hava gittikçe kirleniyor bu kentte/ Ve aralıksız kar yağıyor kar yağıyor."
Yeni yorum gönder