“Ölüm fazla kesindir; bütün sebepler onun tarafında bulunur.” E. M. Cioran
Olan bitenin değişeceğine, geleceğin farklılaşabileceğine dair olan inanç mekândan ve ortamdan uzaklaşma ile de sağlanamıyorsa geriye bazıları için tek seçenek kalır. Tutunamayan insanın kendi kozasından çıkma durumu kimisi için zihnini sarmalayan geleneği, dikteleri, rolleri tamamen arkasında bırakıp yeniden var olma mücadelesidir. Nereye gideceğini biliyorsan dizginleri ele alarak yeniden başlamak mümkündür ya da tam tersi hiç başlamadan bir son yaratmak da ihtimallerden biridir.
İskoç yazar Muriel Spark’ı yine Siren Yayınları tarafından yayımlanan Bayan Jean Brodie’nin Baharı ile tanıdım. Bayan Brodie, Sürücü Koltuğu’nun kahramanı Lise kadar tuhaf olmasa da sıradan bir kadın sayılmazdı. Spark bu iki romanında kadın dili ile “farklı” kadınların hikâyelerini anlatıyor.
Henüz ilk sayfalarından nihai sonunu öğrendiğiniz bir romanla baş başasınız. (Aslında kısa roman veya uzun öykü demek daha doğru olacaktır) Bir kadın tek taraflı bir biletle, bagajsız seyahate çıkıyor. Buradan sonrasında adeta hayatının direksiyonuna geçiyor. Nereye süreceği kendi elinde. Yol nereye gidiyor, nasıl bitecek planlamış. -Tanrı anlatıcı bize de söylüyor bu sonu- Hikâye aslında sondan başlıyor da diyebiliriz. Fakat bu heyecanı veya şaşkınlığı hiç azaltmıyor. Muriel Spark sürücü koltuğuna Lise’i oturtarak, bizi bu kasvetli yolculuğa şahit tutuyor.
LISE’İ NE DELİRTTİ?
Başından itibaren trajediye doğru giden hikâyede aslında bir şeylerin değişebileceği, sonun farklı bir yere evrilebileceği umudu okuyucuyu bırakmıyor. Fakat kahramanımız çok kararlı, bu yolda karşısına neyin/kimin çıkacağını biliyor. Kararlılıkla kendi katilini arıyor. Lise seyahate çıkarken, adeta bir karnavala gidercesine renkli ve uyumsuz kıyafetler giyiyor. Kahramanımız kime dokunur ya da bir ses ederse unutulmasını imkânsız kılıyor. Histerik kahkahalar atıyor, ağlıyor. Son günlerinde ölümünün ardından varlığına tanık olmuşların zihninde şok edici imgeler bırakıyor.
Karşısına çıkan erkeklere “Git, benim tipim değilsin” diyor, ta ki katilini bulana dek. “Öldür beni,” diyor Lise ve bunu dört dilde yineliyor. Lise’in tuhaf bir kadın olduğunu söylemiştim sanırım.
Hikâyenin sonunu ister cinayet ister intihar olarak okuyun fakat şu bir gerçek ki bu sonu yazan, hayattan çekilmeyi tercih eden; Lise. Roman boyunca dönüp dolaşıp aklımı tek bir soru meşgul etti: “Neden?” Lise bir beyaz yakalı, senelerdir aynı firmada çalışmakta, yalnız bir hayat sürmüş, dairesi minimal, derli toplu. Tatile dahi çıkmayalı uzun zaman olmuş. Hayat bu kadar standart, tekdüze devam ederken bir kadın yolunu neden deliliğe, meczupluğa kırar veya bu bir tercih midir? Lise’inki bir delilik mi yoksa bile isteye kaidelere ve yaşamaya bir başkaldırı mı? Lise bir kadın olarak var olabilmek adına hangi yollardan geçti, nerelerde tökezledi, hangi savaşları verdi ve onu uçurumdan aşağı iten ne oldu? Spark; nedeni ve sonucu anlatan bir kurgu oluşturmamış fakat okuyucuya yol boyunca güçlü ipuçları bırakmış. Artık okuru Lise’in verdiği aşırı ve tutarsız tepkiler, müdanasız ve korkusuz duruşu, cinselliğe bakışı, katilini bir erkek seçmesinin nedeni üzerine derin ve sarsıcı bir düşünme süreci bekliyor.
Spark’ın çarpıcı zaman geçişleri ve gelecekten gelen uyarılarla zenginleştirdiği anlatımı fazlasıyla merak uyandırıyor. Zaten bu kasvetli trajedinin sonunu hepimiz biliyoruz. Peki, yolun bundan sonrasında delilik ne kadarını işgal ediyor?
SÜRÜCÜ KOLTUĞU
Muriel Spark
ÇEV: Nihal Yeğinobalı
SİREN YAYINLARI 2018
Yeni yorum gönder