Gezi Direnişi'nin ilk günlerinde çapulcu sözcüğünün yenilenen anlamlarıyla gündeme düşmesinden beri bir noktayı çok net genel kültürümüze yedirmiş olmamızı Gezi'nin elle tutulur kazanımlarından sayabiliriz sanki: Artık sözlüklerin nötr referanslar olmadıklarını yaygın olarak biliyoruz ve bir sözlüğe baktığımızda bir ideolojiye, bir perspektife, bir -izm'e mi bakıyoruz, diye soruyoruz. Medyanın adlandırma siyasetleriyle, isim takarak, olayları ve kişileri adlandırarak nasıl politik olarak da ön-kodlayabildiğini bilen, dolayısıyla bu tür nötr gibi kendini gösteren siyasi manevralara şerbetli bir farkındalık da eşlik ediyor bu tereddüde. Haberler haber olarak değil, saklananlar ve manipüle edilenler nedir acaba gözüyle de okunuyor. Tarih ile geçmiş arasındaki dolayım apaçık olmakla kalmıyor, sürekli yeni mücadelelerin alanına da dönüşüyor. Az daha genişletirsek, genel olarak bilgi ile bilgisi yapılan arasındaki mesafeye kuşkulu gözlerle bakmanın temel bir reflekse dönüşmesi diyebiliriz. Belki de bir marjinalliğin daha marjinallik olmaktan çıkması.
Türkçenin serüveni de bu taze okumaların tam göbeğinde yer alıyor. Türkçenin serüveni dendiğinde artık Türk dilinin gelişimi ve başından geçenler gelmiyor aklımıza; bizim Türkçe ile neler yaptığımız, yapmakta olduğumuz, kimin Türkçe ile ne badireler yaşadığı geliyor. Türk Dil Kurumu'nun (TDK) ideolojik kararları hakkında az konuşulmadı şimdiye dek; ancak hiçbir zaman Türkçe Sözlük böylesine –eski Şizofrengi dergisinin meşhur sloganıyla söylersek– “bütünüyle kuşkuda” bir okuyucu kitlesine hitap etmemişti.
İşte bu dikkatlerden biri erkekegemenlik karşıtı duyarlılığın da (kadına yönelik şiddet, sezaryen yasaları, cezasız kalan vahşetler, tecavüzler ve genel olarak kadın karşıtı politikaların artmasıyla doğru orantılı olarak elbette) artmasıyla orospu sözcüğüne odaklanılmıştı. TDK sözlüğünde orospu sözcüğünün nasıl tanımlandığına dikkat çekildi. Orospu ile eşanlamlı olarak verilen hayat kadını ifadesini tdk.gov.tr adresindeki sözlükte aradığınızda, karşınıza, "Para karşılığında erkeklerin cinsel zevklerine hizmet eden ve bu işi meslek edinen kadın, fahişe, orospu, orta malı, kaldırım çiçeği, kaldırım süpürgesi, kaldırım yosması, sürtük," diye bir açıklama çıkıyordu. Yani ne kadar argo eşanlamlı varsa akla gelen art arda dizilmiş gibi. Beklenen, tahminimce, birinci anlam olarak teknik bir tanım yapılması, ikinci olarak da hakaret anlamının –hakaret olduğu belirtilerek– içerilmesi. Tabii tanım başka kafa karışıklıklarına da gebe: kişi para karşılığında seks yapıp bunu meslek edinmezse orospu olmaz anlamı da çıkıyor (halbuki, aşağıda Vikipedi ile karşılaştırırken göreceğimiz gibi, meslek olarak edinse bile orospu olmayabilir). Bir de sözlük dilinin sakin olamayışı sanırım insanları rahatsız ediyor: neden para karşılığında cinsel ilişkiye giren değil de “erkeklerin cinsel zevklerine hizmet eden” ifadesi seçilmiş diye soruyor kişi. Gergin bir bakış, bir türlü teknik tanım veremiyor gibi görünüyor. Bu gerginlik okurları da geriyor. Derken böylece bir sözlük tarafların birbirlerine hakaret etmek için platform gereksinimlerine yanıt vermede bir seçeneğe dönüşüyor. Filiz Bingölçe'nin Kadın Argosu Sözlüğü'ne baktığınızda, sözgelimi “orospu” maddesi yok. Bununla birlikte “orospunun işvereni” maddesi var. Karşılığında açıklama olarak “pezevenk” yazıyor. Burada araya edebiyat dünyasından bir alıntı girelim. Notos dergisi için Duygu Bayar Ekren'in yaptığı bir "Yazarlar Nasıl Geçiniyor?" soruşturması vardı. Bu soruşturmaya yanıt veren yazarlardan Cem Akaş şöyle karşılamış servisi: "Yazı ve para bağlamındaki durumum bence şu: para için orospuluk yapıyorum, sonra zevk için sevgilimle sevişiyorum. Zanaatım (yayıncılık, editörlük, çevirmenlik, profesyonel yazarlık) sayesinde geçinebildiğim için, sanatımla (romanlarım, öykülerim vb) geçinmek zorunda kalmadığım için, para yüzünden yazıyla aramı bozmak zorunda kalmadığım için şanslı sayıyorum kendimi. Böylece hem sevdiğim işi yapıyorum hem de sanatımda özgür kalıyorum – çok satmak zorunda değilim, yazdıklarımı okura beğendirmek zorunda değilim. Öte yandan, sanatımdaki tüm yetersizlikler ve uzlaşmalar tamamen benim sorumluluğum; mazeretim yok. Bu da iyi bir şey bana kalırsa – bu sorumluluk ve kendine hesap vermek zorunda olma hissi, insanı diken üstünde tutuyor. Şeytan azapta gerek. Tehlikesi yok mu, var: bir gün sevgilisinden zevk alamama, sevgilisiyle sevgili gibi değil, orospu gibi sevişmeye başlama tehlikesi her orospu için vardır."
Sözcük, nasıl tanımlanmalı?
Buradan diyelim orospuluk yapan bir yazarın okurun cinsel zevklerine hizmet eden –yazdıklarını okura beğendirmek zorunda olan– bir yazar olduğunu, orospuluğun istisna değil kural olduğunu ancak en iyi ihtimalle kanalize edilebildiğini, yani o ya da bu sektörde orospuluk yapılarak yeterli gelirin elde edilmesi halinde diğer sektörün “sevgililiğe” kalabileceğini anlıyoruz. Ancak, her şey güllük gülistanlık değildir çünkü bu kompartımanlara ayırma stabillik garantisi vermez: bir noktadan sonra orospu gibi sevişme, sevgili ile sevişmelere sızmaya, hatta onları ele geçirmeye başlayabilir diyor yazarımız.
Peki bu durumda, sözcük, nasıl tanımlanmalı? Sevgili ile sevişmeleri ele geçirmesinden sonraki haline bakarak mı, ayrı durdukları öncesine bakılarak mı? Marianne Faithfull'un başrolünde oynadığı Irina Palm filminde, iş ile özel hayatı keskin kurallarla birbirinden ayıran Soho profesyonellerinin dünyasına ileri yaşında girmek durumunda kalan bir kadının, iş ile özel hayatı (orospuluk sevişmeleri ile sevgililik sevişmelerini) birbirinden ayırmadığı için Soho'da hızla isim yapması anlatılıyordu. Kahramanımız, işini bu sayede çok iyi yapıyordu; işiyle özel hayatını ayırmayıp işine kendini verdiği için – ve kendi hayatına da işi çekerek. Öte yandan, sözlükler eskiden pek mi masumdu, diye de sormak gerekir. 1945 tarihli TDK Sözlüğü’nde “orospu” maddesinde "kendini erkeklere veren kadın" yazar. Nokta. Cinsel zevklere hizmet etme tahayyülleriyle gerilmiş bir dil değildir bu, külotlu çorap hayalleri yırtılmamıştır, ama daha da öncesidir, teknik tanımı tamamen iptal etmiştir. Buradan bakınca, Cem Akaş'ın yazara önerdiği her iki sevişme de orospuluk sevişmesi oluverir (veya tabii, bugünden bakınca, hiçbiri ya orospuluk olmaz ya da hiçbiri sevişme olmaz).
Tek bir sözcüğün siyasi anlamları kadar yazınsal belirleyiciliği de argonun sularında keskinleşir. Yazar personası küfürlerden en çok etkilenendir. ABD'li yazar T. C. Boyle ile yapılan kısa bir söyleşide o da “bok” sözcüğüne değiniyordu. (Boyle, Türkiyeli bir yazar olsaydı adının başındaki T.C. ne anlamlara gelecekti şimdi! Belki de kaldırırdı ve salt Boyle olurdu, belki bold yazmaya başlardı T.C.'sini, T.C. Boyle olarak. Daha sözcüklere gelmeden, görüyoruz ki harfler de siyasi.) Boyle'a söyleşide şöyle bir soru soruluyor: hangi sözcüğü veya ifadeyi aşırı kullanırsınız? (Doğrusu soru da çok güzel, hangi sözcük kullanımı kararındadır sorusunu akla getiriyor.) Boyle'un buna yanıtı "bok" oluyor. Gelgelelim, bu yanıtı verdiği anda da gene gereksiz bir bok sözü edivermiştir bir bakıma. Bir söyleşi sorusuna “bok” yanıtıyla başlamak da neyin nesi? Anlattığına göre, bir keresinde tam bir Fransız gazeteci kendisiyle söyleşi yaparken yanlarına Boyle'un eski bir arkadaşı gelir ve "bizim Boyle için sadece iki tema vardır,” der, “bok ve ölüm." Bunun üzerine birkaç hafta sonra Boyle Fransızca gazeteyi eline aldığında şu başlığı görür: "Boyle, Le Merde et La Mort.”
Orta sınıf, argodan en çok etkilenen sınıf diye bilinir, çünkü üst sınıflar ve alt sınıflar kadar yaygın değildir kullanımı ve daha çocukluktan annelerin azarlarıyla ve kaş kaldırmalarıyla dizginlenmiş ve böylece daha da heyecan verici hale getirilmiştir. Brigitte Bardot meşhur Nefret (Contempt) filminde, “Senin gibi kadına böyle sözler yakışıyor mu,” diyen yazar kocasına sinirlenince aynanın önünde profilini bize gösterek aklına gelen bütün küfür sözcüklerini sıralar. Bir bakıma, TDK sözlük yazarının tersinden yaptığı gibi. Bardot'nun ayna önünde telaffuz ettiği kimi sözcüklerin yan yana değil de alt alta yazıldıklarını hayal edin (ve yerlerine TDK yazarının tercihlerini koyun): “fahişe, orospu, orta malı, kaldırım çiçeği, kaldırım süpürgesi, kaldırım yosması, sürtük.”
Siyasettedeki değişimler dille ilişkimizi de, dillerin gündelik hayattaki ve kültürel evrendeki anlamlarını da önemli ölçüde değiştirebiliyor, etkileyebiliyor. Bazı şemaları direkt unutuyoruz. Özgürlük reaktif bir yerden tanımlanıyor. Tek bir özgürlük tahayyülü giderek hâkim oluyor. “Özgürlük” sözcüğünün 1945'te Almanca sözlükte, Rusça sözlükte, Çince sözlükte ve ABD'de yayımlanan bir İngilizce sözlükte nasıl tanımlandığını, aynı sözlüklerde “orospu” sözcüğünün tanımlarının nasıl farklılıklar gösterdiğiyle karşılaştırmak gerek belki de.
Türkiye'de düne kadar “modernleşmenin Türkçesi” “muhafazakarlığın ve anti-modernliğin Türkçesi” ile karşı karşıya gibi sunulabiliyordu. İktidar Öztürkçeden yana diye düşünüldüğünde “Osmanlıca sözcükler” kullanmak sizin kendiliğinden ulusalcı solla aranızın limoni olduğunu gösterebiliyordu. Ancak şimdi iktidar ve devlet komple Osmanlıcı ve Osmanlıcacı olunca bu tavrın eski siyasi yükü kalmadı, veya kamyonun plakası değişti! Şimdi değil, ama böyle giderse bir süre sonra Öztürkçe kelime kullanmak bir direniş tadı bile bırakabilir. İlginç kısmı özellikle bu denli kısa zamanda böyle işlemesi. Öztürkçe ifadesi bir de pseudo-Türkçe olduğunu ima ediyorsa eğer bugün o diğer Türkçe kendisinin Öztürkçe olduğunu iddia ediyor gibi – neyse ki her durumda iktidarın Yoz-Türkçesi aynı ve bizim!..
Alternatif modernliğin Türkçesi
Dünyadaki tek laboratuvar-dili bizimki değil elbette. İsrail'de belki de bizimkinden daha da beyaz önlüklü bir dil içinde aşık olmak durumunda gençler. Ne gam! Faulkner'ın dediği gibi, günah elbise gibi giyilip çıkartılabilen bir sözcük temelde. Giyinmeden söz açılmışken, işte burada atlanmaması gereken bir olasılık beliriyor: Alternatif modernliğin Türkçesi... Çapulcu dili tam da burada: çokluk dili bu, halk dilinden ziyade. Vanessa Friedman, Financial Times'ta yayımladığı Gezi Direnişi üzerine yazısına "Devrimde Ne Giymeli?" başlığı atmış ve unutulmaz kırmızılı kadın sahnesini incelemişti. O yazıda üzerinde durduğu temel nokta “kırmızı”nın kendi başına bize söyledikleri ve kıyafetin siyasi anlamlarıydı. Kırmızılı kadının herhangi bir üniforma giymiyor oluşu, yumuşak gücü, kendini çantayla, elbiseyle, ayakkabıyla anlatıyordu. Veya anlatabiliyordu, sözcükler olmadan dahi. Kırmızılı kadının kendisini aşan bir duruma varılmıştı, sahne ve benimsenişi bize çokluk'un dilini taşıyordu.
Alternatif modernleşme, çapulcu hattının çoklukla kesişebildiği bir hatsa eğer, bu hat Öztürkçecilik-Osmanlıcılık ikiliğinin de reddidir ve buradan bakınca sözgelimi “bağzı”daki “ğ” şakacı bir konuşma dili kullanımından hayli fazlasıdır. Halkın bir devleti, devletin bir halkı vardır ama çokluk, devleti olmaksızın da mevcuttur, kendini bağımsız var eder, diyordu Paolo Virno. Virno, halkın merkezcil bir hareketin sonucu olduğunu söyler; "diğer yandan, çokluk, merkezkaç bir hareketin çıktısıdır.” (Virno, Çokluğun Grameri, Otonom, 2013) Çokluk bir haymatloslukla barışıklık içinde gibidir. Gezi ile ilk kez karşımıza çıkan tipte bir Türkçe sevgisi –“güzel Türkçemiz”in tersine– beliriyor: stilize değil hayat dolu Türkçemiz! Yani yanlışlıklarıyla, pervasız hatalarıyla güzel olan; yeni sözcüklerin bulunduğu laboratuvarlardaki kapların ölçüleri yüzünden güzel değil, tüm sözcüklerin hayatla karşılaşmaya karşı zırhsız olmaları yüzünden güzel olan Türkçemiz – tabii aynı zamanda, iktidardakilerin Yoz-Türkçesi, Çapulcucası. Faulkner, Döşeğimde Ölürken'de korku sözcüğünü hiç korkmamış olanların, gurur sözcüğünü de hiç gururu olmayanların bulduğunu söyler. Sözcükleri birer kap olarak düşünür. Siyaset, edebiyat ve el titreten cinsel zevkler sıvı olup bir orospu sözcüğünün içine böyle doluşuyorlardır belki de.
Siyaset illa ki sözcükler değil, harfler bazında da somutlaştırabiliyor dilde demiştik. En son demokratikleşme paketinin temel bir maddesi değil miydi birkaç Doğu'dan bakınca mahzun Batı'dan bakınca fiyakalı harf? W'nin kullanıma girişinde “newroz”lar elbet etkili olmuştur ama çaktırmadan yaygınlaşan “walla”ların ve “eywallah”ların hiç mi payı olmamıştır? “Yumuşak g” de düne kadar bir laboratuvar harfiydi (Cemal Süreya o yüzden yazmadı mı dilin sosyal ellerine kollarına tüm hâkimiyetiyle “Yumuşak G Vitamini” şiirini). Ancak “bağzı şeyler”den sonra artık yaşamın bir sesi oldu ve iktidarın elinden kayıp çokluk'un ahtapot kollarına kavuştu. Mallarmé'nin, “Çok güzel duygularım var iyi şiir yazamıyorum, ne yapsam,” sorusuna meşhur yanıtı, “Şiir duygularla yapılmaz sözcüklerle yapılır,” cevabı artık bugün başka bir anlamda. Artık sadece şiirin değil duyguların da sözcüklerle yapılabildiğini biliyoruz. Acaba şu sıralar en güzel sözcük "artık" mı?..
Chapulling: Aşağıdan kurumsallaştırma
Bugüne dek hep laboratuvar-öncesi Türkçenin daha nüans dolu olduğunu ve laboratuvar dilinin bir kısırlaştırma ve düzleştirme etkisi yaptığını görürdük. Ancak bu durum internet çağında aşağıdan değiştiriliyor gibi. Çapulcu sözcüğünde olduğu gibi, özellikle de sözcük “Everyday I'm Chapulling”deki manasını kuşandığında tanık olduğumuz gibi, sözcüğün anlamı bir kurum tarafından atanmıyor da aşağıdan belirlenip “kurumsallaştırılıyor.” Sadece kullanılmıyor, aynı zamanda kullanıcıları kendi kendilerine aşağıdan girişimlerle –bu tür girişimlere uygun Wikipedia gibi platformları kullanarak– bu kullanımı bir sözlük maddesine dönüştürüyorlar. Yani bugün bir sözlük yazılsa orada “bazı” maddesi kadar “bağzı” maddesi de olmalıdır – ama öyle sinirli sinirli tükürükler saçılarak yazılmaz. Wikipedia'nın Türkçe edisyonu olan Vikipedi'de orospu maddesinin beklentilere daha uygun ve daha sakin olduğunu da not edelim. Vikipedi'de sözcük şöyle tanımlanıyor: "Fuhuş veya fahişelik, para karşılığında cinsel ilişkiye girme. Fuhuş yapan seks işçisine fahişe denir. Pornografik film oyuncuları para karşılığı seks yapmalarına rağmen seks hizmetini partnerlerine değil izleyicilere sattıkları için fahişe olarak tanımlanmazlar, ancak porno oyunculuğu da seks işçiliği kapsamına girer." (Neymiş, para karşılığında yapılması illa ki orospu kılmazmış çalışanı.) Bu tam da TDK Sözlüğü’ne isyan edenlerin dilediği teknik perspektifi merkez bakış kılma tutumudur. Daha teknik ve duygu yüksüz olunamazdı. Ayrıca, TDK Sözlüğü’nde yazılmamış ama, profesyonel sözcüğünün bir anlamı da orospudur. Ve “seks işçiliği” karşılığı Vikipedi'de “hayat kadını”nın yerini rahatlıkla almış ve doldurmuştur.
Geçtiğimiz yıllarda Oxford Sözlüğü’ne önerilip de İngilizce sözlüğe alınmaya layık görülmeyen, kabul edilmeyen sözcükler açıklanmıştı. Bir nevi sözcük sayılmayan sözcükler, sözcüklük mertebesine alınmayan, veya sınırlı bir kullanımda sözcüklük ünvanına kavuşan ama sözlük otoritesi tarafından bu konumdan atılan sözcükler. Çokluk, bu mantıkla da oynuyor, “bağzı”yı sözlüğe sokuyor, “çapulcu”ya yeni anlamlar veriyor ve kendi maddesini kendisi yazıyor. Türkçenin bir de malum yazım kılavuzu problemi mevcuttur. Farklı yazım kurallarına uyan yayınevlerinin yayın dünyasında bulunabildiği bir dil arenasıdır Türkçe. Bir sözcüğün nasıl yazıldığı sorusunun tek bir yanıtı yoktur. Yayınevleri kendi içlerinde tutarlılıkla ve yaklaşık, ilişkisel ortaklıklarla sorunları çözmeye çalışırlar. Şapkalar kaldırıldı mı, sorusuna biz koymuyoruz yanıtını alabilirsiniz derginizin editöründen. Ki sizin böyle soru sormanız da hafiften skandaldır ama arada kaynar. Şöyle sorulduğunu hayal edelim: Türkçe, Türkçede nasıl yazılır? Bu soruya yayıneviniz hangi yazım kılavuzuna bağlıysa ona göre yanıt verebilir. Şimdi, bir de aşağıdan yanıt var masada.
Dil hakkında düşünme konusunda da ufkumuzun açıldığı bir dönemdeyiz, kimbilir belki yeni bir sözlük çalışması çıkar bundan. Yatay, aşağıdan bir sözlük ve illa ki bir TDK sözlüğü değil, veya bir çapulcu terimleri sözlüğü değil ama bir “Türkçe-Türkçe Sözlük.” Bir eşanlamlılar sözlüğü de değil, sakin bir açıklamalar çabası. Fakat, Vikipedi'ler ve sokaklar bunu zaten yapmıyor mu? Hangi yazım kılavuzuna bağlısınız sorusuna duvarlardakine diye bir yanıt oluşmakta mı acaba? Yakında romanlarda “bağzı” dışında sözcüklerde de kendini bulan “özgür yumuşak g”ler gördüğünüzde şaşıracak mısınız? Hiç sanmıyorum.
Andığımız 1945 tarihli Türkçe Sözlük'ün başında "bu sözlüğe alınan kelimeler" diye bir açıklama bölümü bulunur. Orada sözlüğe alınan sözcüklerin şöyle kümelenebileceği belirtilir: "1) Dilimizde kullanılmakta olan veya kullanılacağı umulan Türkçe sözler, 2) hangi dilden olursa olsun terim olarak alınmış veya kullanılmakta bulunmuş olan kelimeler."
Bu sözlükte, sözcük diye bir sözcüğün olmadığından kuşkulandınız değil mi? Haklısınız, yok. Peki çapulcada “kullanılacağı umulan Türkçe sözler” var mı? Var aslında. Ve neden iki girişimin bu denli farklı tınladığı halk/çokluk ayrımına bizi geri götürüp bırakıyor.
* Çizimler sırasıyla Mert Tugen, Burak Dak, Kaan Bağcı, Ali Seyitoğlu, Burak Dak'a aittir.
Güzel bir araştırma olmuş. Elinize sağlık. Yalnız bir soru soracağım: Türkçe'de "SANIRMAK" diye bir sözcük var mı? Dili kullanırken fiil çekimlerini "zaman"a göre yaparken neden "SANMAK" fiilini "geniş zaman" olarak kullanıp "sanırım" diyorsunuz?
Neden "sanıyorum, bence, zannımca, bana göre, sanki, gibi, acaba, herhalde vs" gibi sözcüklerin yerine "SANIRIM" diyerek doğruluğundan emin olduğunuz bir yargınızı bile kuşkulu şekle sokuyorsunuz?
Yeni yorum gönder